Üsküdar Amerikan Lisesinin efsane Edebiyat öğretmenlerinden Leman Dinçer Tosuner, Nisan ayının ilk günlerinde dördüncü cemre olarak düştü toprağa… Okulda 27 yıl emek veren öğretmenimizle 2019 yılında yaptığımız güzel söyleşiyi tekrar yayınlıyoruz. Ailesine ve tüm öğrencilerine baş sağlığı diliyor, saygıyla anıyoruz.
Öğrencilerine verdiği, “hayat” dersiydi
Okulda geçirdiği 27 yıllık zaman zarfında edebiyat öğretmenliğinin yanı sıra Türk Sanat Müziği korosu da kuran, gençlerin çok yönlü bireyler olarak yetişmesi için emek veren Leman Dinçer Tosuner, öğrencilerinin kendisini efsane öğretmenlerden biri olarak değerlendirmesinin nedenlerini şu şekilde sıralıyor: “Öğrencilere karşı son derece sabırlı ve hoşgörülü oldum. Bağışlayıcı olmak çok eğiticidir… Edebiyat dersleri insanları ve toplumu yansıtırken dersler de verir.”
İsterseniz çocukluk yıllarınızdan başlayalım… Nerelerde, nasıl bir çocukluk geçirdiniz, okul hayatınız ve eğitiminizden biraz bahseder misiniz?
Doğma büyüme İstanbulluyum. İstanbul’un Fatih semtinde doğdum. Sokağımızın adı Müezzin Bilal’di. Anneanneme sormuştum: “Kim bu Müezzin Bilal?” diye. Bilgili ve dinine ilerici bir anlayışla bağlı olan, yobazlıktan ve Ticaniler’den (Atatürk ve Kemalizm karşıtı bir tarikat) nefret eden anneannem, bu kişinin ezanı Mekke’de okuyan ilk müezzin olduğunu, Hz. Muhammed Peygamber’in sadık bir adamı olarak din tarihine geçtiğini söylemişti. Yani, kutsal bir sokakta doğmuşum… Çok çok eğlenceli bir çocukluk geçirdim. Bütün günümüz sokakta top koşturarak geçerdi. Beş kardeştik, ben kaleci dururdum, topları da iyi yakalardım. Nişancı Mehmet Paşa İlkokulu’nda okudum. 1952 yılında pekiyi derece alarak bitirdim. Fatih Kız Ortaokulu’nda okudum. Okullar karma değildi ne yazık ki!.. Ortaokulda Türkçe dersinde çok başarılıydım. Sevgili hocamız Celal Alnıgeniş’ti. Bir gün tahtaya şöyle yazmıştı: “Hâlâ kanayan kalbimi aşk ateşi dağlar / Ümmidi kırılmış beni âtiye ne bağlar / Gönlümdeki öksüzlüğe hattâ, gülen ağlar / Bir türbe ki ruhum, gelen ağlar, giden ağlar.” Sınıfta bu dizelerin bir şarkı güftesi olduğunu bilen başka arkadaş da yoktu. Yorgo Bacanos’un bu mahur bestesini ben nerden mi biliyordum? Komşumuz Sulhiye Abla’dan. Sulhiye Kuşkaya ud da çalardı. Sâdi Yâver Ataman’ın korosundaydı, toplantılara beni de götürürdü. Liseyi, İstanbul Kız Lisesi’nde okudum. Son sınıftayken Emirgan’a taşındık. Resim ve müziğe meraklı olduğum için, lisede önce resim bölümünü seçtim, fakat hocamız yağlıboya getirmemizi istedi. Ben masraf olur diye evde bunu dile getiremedim. Hepimiz okuyoruz, babam bu masrafın altından nasıl kalkar… Okulda müzik hocamız Nurefşan Tardu Hanım’a gittim ve “Ben müzik kolunu seçtim hocam” dedim, o da beni kabul etti…
Edebiyatla ilişkiniz nasıl başladı? Öğretmen olmaya nasıl karar verdiniz?
Edebiyat sevgim önce ağabeyim Arif Dinçer’den kaynaklanır. Sonra da İstanbul Kız Lisesi’ndeki Hadiye Candan hocamızdan… Anadoluhisarı’ndan gelirdi Cağaloğlu’ndaki okula. Ben de hocamız için derdim ki: “Hadiye Candan / Buklesi yandan / Geliyor Hisar’dan”. Ağabeyim, Kuleli Askeri Lisesi’nde okuyordu. Hafta sonları da izinli olarak eve geliyordu. Onun bir şiir defteri vardı. Bana o şiirleri okumamı önerirdi. Hiç unutmam, adı Çirozname’ydi, okuyunca çok gülmüştüm ama şiiri de sevmiştim. Lise son sınıftayken Hadiye öğretmenim gibi bir edebiyat öğretmeni olmak istiyordum. Küçük bir şey daha ekleyeceğim: Dilbilgisini ilkokul öğretmenim Ömer İlter sevdirmişti bana. Fakültede okurken (İÜ Edebiyat Fakültesi) de sevgili öğretmenim Ord. Prof. Dr. Reşit Rahmeti Arat bu sevgiyi yüceltmişti. Hatta beni “Sınıf Çavuşu” yapmıştı. 1964 yılında hocam Rahmeti Bey, öteki âleme göç etti. Ben, bitirme tezimi kendisinden alacaktım. Olmadı. Okulu terk ettim. Ailem hiçbir şey demedi. 1965’te de babam öldü. Gel de yanma!.. Okula neden gideyim ki!.. Erkek kardeşim Hüseyin, Teknik Üniversite’de okuyordu. Bana dedi ki: “Gel senin okuluna gidelim, şebekeni al, otobüse ucuza binersin.” Okula gittik… Türkoloji katına çıkmak istedim. Çıktık. Rahmeti hocamın odasının kapısı açıktı. Ben, korka korka ve ağlayarak kapıya yaklaştım. Hocamın masasında başka biri oturuyordu. Beni kapıda ağlarken görünce “Gel bakayım sen, gel, neden ağlıyorsun?” diye sordu. Ben de Rahmeti hocamı anlattım. Bana şunları söyledi: “Sen, hocanın yattığı yerde rahat uyumasını istiyorsan, hemen mezun olmalısın.” Bunları söyleyen kişi, sevgili hocam Prof. Kemal Eraslan’dı. Mezuniyet tezimi Prof. Muharrem Ergin hocamdan aldım. “Gül û Nevruz” mesnevisi… Mesnevi, Çağatay sahası ürünüydü ve şairi de Lütfi’ydi. Laleli Kitaplığı’nda bir nüshası varmış. Bir nüshası da British Kitaplığı’ndaymış. Londra’dan o nüshayı da istettik, Süleymaniye Kütüphanesi aracılığı ile. Günlerim Süleymaniye Kütüphanesi’nde geçmeye başladı. İki nüshayı karşılaştırmalı olarak inceledim. Uzatmayayım, 1970 yılında mezun oldum ve fakülte dekanı Prof. Cahit Tanyol’un odasında yemin ederek diplomamı aldım. Sonradan, Kemal Eraslan ve Cahit Tanyol’un torunlarına emeğimin geçmesi de güzeldi. Yıllar ilerleyince öğrencilerimin çocukları da benim torunlarım gibi oldu. Yani 1970 yılında Levent’teki Özel Yıldız Koleji’nde öğretmenliğe başladım. Okulun sahibi ve müdürü olan Hulusi Kuzucu’dan öğretmenliği öğrendim. Nur içinde yatsın. O okuldan ilk öğrencilerim olan Nimet, Nurten, Mualla, Nurcan Kaynak, bugün de beni arayıp sorarlar.
Üsküdar Amerikan Lisesinde çalışmaya nasıl başladınız?
Fakülteden arkadaşım olan Ayla Kaytaz bebeği olacağı için okuldan ayrılmak istemiş. Okul idaresi, yerine çalışacak bir öğretmen sorunca, Ayla’cığım da beni önermiş. Yıl, 1974… Emirgan’dan her sabah Bağlarbaşı’na git, akşam dön. Kolay değildi ama Üsküdar Amerikan’ın da çok bilinen bir adı vardı. Ücreti de daha iyiydi. Her gün üç vasıta değiştiriyordum. Olsun…
Okuldaki ilk günlerinizde neler hissettiniz? Sizce nasıl bir okuldu?
Amerikan Koleji, öğretmenlerine özgürce çalışma ortamı yaratan bir okuldu. Yıldız Koleji’nde pazartesi ve cuma günleri İstiklal Marşı’nı ben söyletirdim. Üsküdar Amerikan’da da ben söylettim. Öğrenince şaşırmıştım, okulun Türk müzik öğretmenine o günler ders konulmamış. Öğrencileri yarına hazırlamak için öğretmenle öğrenci arasında bir samimiyet vardır, ama laubalilik yoktur. Öğrencilerim arasında hiçbir zaman ayırım yapmamışımdır. Ailelerini tanımam. Kurul toplantılarında daima öğrenci tarafını tutarım. Küçük bir anı: Okulumuza spor dalında birincilikler kazandırmış bir oğlumuz vardı. Yakın bulup bana söylediği için annesinin ağır hasta olduğunu biliyordum. Kurulda, İngilizce’den bütünlemeye bırakmak istediler. Kalması için ısrarla parmak kaldıran kimdi? Mr. Hill… Okulun spor öğretmeni. Yuh olsun dedim, isyan ettim. Kurtuldu çocuk.
Öğrencilerinizle aranız nasıldı? Sizi, birçok mezun "unutulmaz" öğretmenlerden biri olarak görüyor. Neden sizi bu kadar seviyorlar?
Öğrencilere karşı son derece sabırlı ve hoşgörülü oldum. Bağışlayıcı olmak çok eğiticidir… Edebiyat dersleri insanları ve toplumu yansıtırken dersler de verir.
O yıllarda okulda Türk Sanat Müziği Korosu kurduğunuzu duyduk.
Almanca öğretmeni Ağavni Yezegel ile öğretmenler odasında bazen söylerdik. Bir toplantıda ben şarkı söyledim. Akademik Dean olan Miss. Canfield yanıma geldi ve “Leman Hanım, bir koro kurar mısınız okulumuzda?” dedi. “Bu işin kuralları var. Ders alırım, öğrenirim, çocuklara da öğretirim” dedim. Değerli Hocam Rüştü Eriç’ten ders aldım. İlk beste de Hafız Post’tan “Gelse o şuh meclise nâz ü tegafül eylese” oldu. Sevgili öğrencilerimle cuma günleri öğlen tatilinde Study Hall’de çalışıyorduk. Öğrencilerimin hepsi de çalışmaya geliyorlardı. Bu çabaların sonuçlarını mezuniyet törenlerinde sahneye çıkıp alkış olarak alıyorduk. 10 Kasım günlerinde Atatürk’ün sevdiği şarkıları ve türküleri söyleyerek, Atamızı sevgiyle anıyorduk.
“1979 yılında son sınıf öğrencilerim, önceki yıl Türk Dil Kurumu Ödülü’nü kazanmış olan Necati Tosuner’in “Sancı.. Sancı…” kitabını okumak istediklerini söylediler. Kitabı okuyup eleştirilerimizi yaptık. Sevgili öğrencilerim “Necati Tosuner’i okulumuza davet edelim hocam” dediler. Ben yazarı nerden bulacağım? İlginçtir, Bedri Rahmi Galerisi’nde Yüksel Arslan sergisine gitmiştim. Baktım, Necati Tosuner de orda.”
Eski eşiniz, yazar Necati Tosuner’in öykülerinden birinde (Bir Tutkunun Dile Getirilme Biçimi) adı geçmese de Üsküdar Amerikan öğrencileri ve öğretmenleri var. Bu hikâyedeki gibi, 1984 mezunlarıyla özel bir bağınız oldu mu?
1979 yılında son sınıf öğrencilerim, önceki yıl Türk Dil Kurumu Ödülü’nü kazanmış olan Necati Tosuner’in “Sancı.. Sancı…” kitabını okumak istediklerini söylediler. Kitabı okuyup eleştirilerimizi yaptık. Sevgili öğrencilerim “Necati Tosuner’i okulumuza davet edelim hocam” dediler. Ben yazarı nerden bulacağım? İlginçtir, Bedri Rahmi Galerisi’nde Yüksel Arslan sergisine gitmiştim. Baktım, Necati Tosuner de orda. Hemen yanına gidip öğrencilerimin dileğini söyledim. Okulumuza geldi. Kitabını okumuş çocukların sorularını Study Hall’de yanıtladı. Sonra öğretmenler odasında kendisini ağırladık, ama gitmek bilmedi ki!.. O yıl Haziran ayında evlendik. Nerede mi? Bedri Rahmi Galerisi’nde… Oradaki kokteyle sevgili öğrencilerim birinci derecede davetlilerim olarak katıldılar. Onların güzelliğinden gözlerini ayıramayan Cemal Süreya’yı hiç unutmam. “Bir Tutku”da Necati Bey 1984 yılını seçip anlattığı için o yılın mezunları öne çıkıyormuş gibi oluyor. Hatice’nin apansız ölümünden gelen derin bir acı da var ayrıca. Kitap çıktığında biz boşanalı üç yıl olmuştu, ama bir serenat gibiydi o kitap.
Necati Bey’in hikâyelerinden bahsetmişken, orada size gönderme yapılan Ceylan Hanım, resim sergisi açıyor. Resim ile de ilginiz var mı? Bu alanda çalışmalarınız oldu mu?
Ümit Yaşar Sanat Galerisi’nde ilk sergimi açtım Ceylan Hanım gibi… 1982 yılında. Pastel resim tekniğiyle yapılmış resimlerdi. Ancak ben pastel boyayı kalem gibi değil, tiner ile incelterek yağlıboya gibi kullanıyordum. Sergimle ilgili olarak Balaban’ın ve Ahmet Köksal’ın beğeni yazıları çıktı. Yağlıboyaya da geçtim sonra. Birçok karma sergiye de katıldım. 1990 yılında Kuzguncuk’taki Akbank Sanat Galerisi’nde yeni bir kişisel sergi açtım. Çok başarılı oldu. Güven Turan”ın da çok güzel bir yazısı çıkmıştı Varlık’ta.
O yıllara dönüp baktığınızda edebiyat öğretmenliği, yazar bir eş, edebiyat, müzik ve sanat çevresi… Neler hissediyordunuz? Zorlukları ve güzellikleri nelerdi?
Edebiyat öğretmenliği benim esas işim ve hep hayranlıkla yaptığım bir uğraş. Bir yazarla evlenmiş olmam doğaldır ki bir şans. Cebir-geometri öğretmeni olsaydım bir yazarla evlenir miydim? Hiç sanmıyorum. Müzikle uğraşmamı Necati Tosuner engellemedi, ama Rüştü Eriç hocamın korosundan çıkmamı münasip bir dille iletti bana. Akşamları konuklarımızın olmasını severdik. Yazarlar kadar öğretmen arkadaşlarım da gelirlerdi. Çocukları ortalıkta koştururdu. Gece yarılarına kadar biz de sanatı, edebiyatı, her şeyi kurtarırdık sanki. Çok geç yatardım. O zamanlar bulaşık makinemiz yoktu, her şeyi elle yıkardım. Ertesi sabah da erkenden okula giderdim. Gençlikte hiçbir şey zor gelmiyor…
Ne zaman emekli oldunuz? Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde dersler verdiğinizi biliyoruz…
Üsküdar Amerikan Lisesi’nden 2001’de ayrıldım. Aslında 1992’de emekli olmuştum. Okul idaresi bunu öneriyordu. Birçok arkadaşım gibi ben de emekli olduktan sonra görevime devam ettim. 2001 yılında kesin olarak ayrıldığımda emeklilik yaşımı daha doldurmamıştım… Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde gençler için çok yararlı bir iş yapılıyordu. Sanatın birçok dalında etkindi. Öğrencilerden bir ücret de alınmıyordu. Biz öğretmenler de sınırlı bir yol parası dışında ücret almazdık. 18 yıl seve seve çalıştım orada. 48 yıllık öğretmendim, 50 olunca ayrılırım diye düşünüyordum. Bir toplantıda elime bir plaket tutuşturdu biri. Ne olduğunu anlamadım hiç. Şaşırdım. Müjdat Bey’in orada öyle sessiz kalmasına üzüldüm sonradan.
UAA’daki öğretmenlik yıllarınıza dönüp baktığınızda, sizin için en unutulmayan mezun sınıfları hangileri oldu?
Bütün sınıflarım benim için aynı değerdir. Üsküdar Amerikan Lisesi’ndeki öğretmenlik yıllarımda, sevgili öğrencilerimden dolayı hiçbir sıkıntı çekmedim ve mutsuzluk duymadım. Hatta sevgili kızım Funda, okulumuzun sevilen, ciddi, yenilikçi bir müdürü olarak iftihar duyduğum bir 1984 mezunudur. 1979 mezunu birçok kızımla da görüşüyorum: Hilal, Gülsün, Alev, Çiğdem, Dr. Rafia, Dr. Zerrin, Ayşe Erçetin, Yula, Amerika’daki kızım Sibel Alev. Çocuklarıyla da ilgilendiğim birçok öğrencim oldu. Meltem Köksal gibi… Öğrencilerimin başarılarını gördükçe seviniyorum. Feryal Özel hepimiz için en başta geliyor. Aslı Silahtaroğlu da Danimarka’da. Toplumsal konularla yakından ilgilenen birçok öğrencim var. Özlem gibi. İdil gibi. Ayrıca bugün Gülsevin Kıral, Sara Angat, Tülin Kozikoğlu, Elif Yonat bilinen birer yazar oldular. Boşuna yaşamadık demek ki…
Bu yazının basılı versiyonuna buradan ulaşabilirsiniz.