Hollanda’daki Leiden Üniversitesinde Sosyal İlişkilerde Nörobilim Profesörü Berna Güroğlu’nun (UAA’94) yöneticilerinden biri olduğu Growing Up Together in Society (GUTS) araştırma projesi, 22 milyon Euro’luk bir kamu fonu kazandı. Psikologların yanı sıra sosyologları, çocuk psikiyatristlerini, sinirbilimcileri ve veri bilimcileri kapsayan disiplinlerarası bu araştırma; yöntemleri, kapsamı ve yenilikçi teknikleriyle çığır açıcı sonuçlara yol açabilir. Ergenleri ve gençleri, başarılı ve mutlu bireyler haline getiren etkenleri, ilk defa bu çapta ve aile, okul gibi sosyal gruplarda etkileşim içinde araştıracak proje; iki yılda bir manyetik rezonans görüntüleme teknikleriyle gençlerin beyin taramalarını yapacak ve on yıl boyunca beyin gelişimlerini görüntüleyerek takip edecek. Bu araştırmanın temellerini atan Profesör Berna Güroğlu ile psikoloji, nörobilim ve başarılı gençler yetiştirmenin sırları üzerine konuştuk.
Yedi yaşındayken babası tarafından gitar dersleri almaya teşvik edilmesi, Egemen Şanlı’nın müzik yolculuğunun temellerini atmış dersek, yanlış olmaz. Tarsus Amerikan Koleji’nin ortaokuluna adım attığı ilk günlerde dinlediği ECHO CD’si, bu grubun bir üyesi olma ve ileride kendi albümünü çıkarma hayalleri kurmasına aracılık eder. Her iki hayali de gerçeğe dönüşen Şanlı, lisedeyken ECHO’da ritim gitaristi ve vokalist olarak görev alır. Yıllar sonraysa kurduğu plak şirketinin ilk ürünü olan Myhos adlı albümü çıkarır. Üniversite eğitimi için gittiği Amerika’da kendine bir yaşam inşa eden Egemen Şanlı, bir yandan Google’ın kadrosunda yer alıyor, diğer yandan da müzik çalışmalarına devam ediyor. Sitar, gitar, bağlama, kora, handpans, ngoni, flüt başta olmak üzere birçok “etnik” enstrümanla çalışmalar yapan Şanlı, Tarsus’tan San Fransisco’ya uzanan müzik yolculuğunu anlattı.
Öncelikle tebrik ediyoruz, araştırmayla ilgili konulara geçmeden, sizi kısaca tanıyabilir miyiz? UAA’dan sonraki eğitiminize nasıl devam ettiniz, psikolojiyi nasıl seçtiniz ve Hollanda’ya gelişiniz nasıl oldu?
Ben lisedeyken fenciydim, dolayısıyla matematik ağırlıklı bölümler istiyordum. Hatta Koç Üniversitesinin Kimya Bölümünü kazandım. O yıllarda bütün birinci sınıf öğrencilerine aynı dersleri aldırıyorlardı. O sene matematik bölümüne yatay geçiş yaptım. Son seneme geldiğimde, matematiğe ilgimi kaybetmeye başlamıştım, psikoloji daha fazla ilgimi çekiyordu. Rahmetli hocamız Çiğdem Kağıtçıbaşı, bana çok kol kanat gerdi. O şekilde Amerika’da bir üniversitede psikoloji doktorasına kabul edildim. Amerika’ya ilk sene tam burslu olarak gittim. Ondan sonraki yıllarda giderek azalan bir burs anlaşması vardı. Eğitim için on binlerce dolar vermek aklıma yatmadığı için birinci senenin sonunda Türkiye’ye geri döndüm. Fakat matematik bölümü mezunu olmama rağmen bir senelik doktora eğitimim sayesinde Boğaziçi’nde gelişim psikoloji master programına kabul edildim. Doktora programı için yurt dışını araştırmaya başladım. Hollanda, psikoloji konusunda senelerdir çok önemli bir yere sahipti; o nedenle de Hollanda’ya gitmek istiyordum. Fakat bir ülkede dil bilmeden belli alanlarda çalışmak çok zor, özellikle gelişim psikolojisi gibi çocuklarla çalışmak durumunda kalıyorsanız. Tesadüfen Hollandaca bilmeyi gerektirmeyen, hazır bir data seti ile çalışacak bir projede matematiği kuvvetli bir doktora öğrencisi aranan bir pozisyona denk geldim ve oraya kabul edildim. Bazı şeyler de şans hayatta, denk geldi. Öylece Hollanda’ya gelebildim. Geliş o geliş…
Bilimsel alandaki çalışmalarınız nasıl gelişti, uzmanlığınız olan sosyal ilişkilerde nörobilim alanına yönelmeniz nasıl oldu?
Benim doktora tezim arkadaşlıklar ve akran ilişkileri üzerine. Pozitif ilişkiler kuran, birbirini seven çocukların yanı sıra birbirine antipati duyan çocuklar da var. Bunların sosyal davranışlarla ilişkisi üzerine kurdum doktora tezimi. Nörobilime kayışım ise tez hocam sayesinde oldu. Bu tür fikirleri ve olasılıkları çok net biçimde kafama sokan insandır. Tez araştırmalarım sırasında ya da makalelerimi yazarken ara ara bana “Psikolojiyi ileri noktaya getirmek için asıl kara kutuda, beyinde neler oluyor, buraya bakmak lazım,” diyordu. Doktoramın üçüncü senesinde bu alanda araştırma yapmanın gerekli olduğunu düşünmeye başladım, bunun için de beyin görüntüleme teknikleri üzerine birkaç ders aldım. Ders alıyorsunuz ama iş bir noktada fikir bulmaya, araştırma yapmaya geliyor. O zaman üniversite içinden küçük bir fon alabildim. Tamamen proaktif biçimde nörobilimle çalışan bir hocaya giderek fikrimi paylaştım, üniversitenin verdiği fonu da söyledim ve bir araştırma yapıp yapamayacağımızı sordum. Kabul etti. Onun üzerine 2006-2007 yıllarında ilk fMRI (fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme) araştırmamı yaptım ve makalem 2008’de yayınlandı. Bu kariyerimin en önemli araştırmalarından biri oldu. Çünkü, bunu yaptığım sene, o güne kadar insan ilişkileri ve bunun MR aracılığıyla görüntülenmesi üzerine neredeyse hiçbir şey yoktu literatürde.
Araştırmanızı nasıl yaptınız?
MR teknikleriyle beyni görüntüleyebiliyoruz, yani fotoğrafını çekmek gibi. Bunun için denek hiçbir şey yapmadan görüntüleme cihazının içinde yatıyor. Fonksiyonel MR dediğimiz yöntemle ise beyindeki aktivasyonu görüntüleyebiliyoruz. fMRI dediğimiz kısaltmadaki 'f' buradan geliyor, fonksiyonel, yani bir işlev sırasında, denek bir şey yaparken (okurken, düşünürken, karar verirken) beynin hangi bölgelerini kullanıyor. MR cihazı silindir şeklinde bir mıknatıs, kişi yatay bir masa üzerinde bu mıknatısın içine koyuluyor. Bu şekilde basit bir işlevi yaptırmak, mesela bilgisayar ekranında bir şey okutmak kolay. Ama ben, bir kişi arkadaşları arasındayken, yani sosyal bir ortamda beyinde neler oluyor, diye soruyorum. Tabii insanları aynı anda MR cihazının içine koyamıyorsunuz, sosyal ilişkilerin beyindeki aktivitelerini görüntülemek için özel bir deney geliştirdim. Araştırmaya katılmak için 35-40 kişilik öğrenci müzisyenlerden oluşan bir orkestrayla iletişime geçtim, hepsini araştırmama davet ettim ve onlarla araştırmayı yaptım. Şimdi aldığımız bu büyük fonun temel taşlarını oluşturan en önemli unsurlardan biri, bu araştırmadır. İnsanların sosyal ortamlardayken beyninin nasıl işlediğini bilmek istiyorsak, bunun en ideal yöntemi kapalı bir sosyal ağ bulmak. Okullardaki sınıflar bunun için ideal ortamlar, çünkü örneğin ilkokullarda beş yıl aynı grubun içindesin. Çocuklar, sosyal ilişkilerine ve davranışlarına bağlı olarak o grubun içinde kendilerine bir yer ediniyorlar. Çocuğun hayatındaki en önemli şey, aile ve okul...
Sosyal ilişkiler içinde beyni nasıl görüntülüyorsunuz, neyi ölçüyorsunuz?
Bir sınıf gibi kapalı bir sosyal grup içerisinde herkesten kiminle arkadaş olduğunun bilgisini toplamak çok değerli. Gruptaki herkesin katılımı çok çok önemli. Bir çocuk diğer bir çocuğu arkadaş olarak görüyor, karşısındaki de onu arkadaş olarak görüyorsa, bu ilişki karşılığı olmayan ilişkilerden daha farklı bir durumu gösteriyor. Yeni aldığımız fonla GUTS projesi kapsamında yüzlerce kişiden oluşan sosyal gruplar içerisinde bu tür ilişkileri ölçeceğiz. Daha sonra kişilerin sosyal ağ içerisindeki pozisyonunu ve arkadaşlık ilişkilerini sosyal ve beyin gelişimi ile ilişkisini inceleyebileceğiz.
“Sosyal ilişkiler çerçevesinde baktığımızda cevap aradığımız sorulardan bir tanesi arkadaşların kontrol mekanizmalarının birbirini ne derece etkilediği. Mesela gençler ne derece kendilerine benzeyen kişileri etraflarına topluyorlar ya da zaman içerisinde birbirlerinin kontrol becerilerini nasıl etkiliyorlar? Bu etkileşimleri sadece davranış olarak değil, ayrıca beyin aktivasyonu seviyesinde de araştıracağız.”
Beyin taramaları nasıl bilgiler sağlıyor?
Beyin gelişimi konusunda son 10-15 yıldır çok önemli çalışmalar yapıldı. Özellikle ergenlik boyunca beyin çok büyük gelişmeler gösteriyor; fakat her bölgesi aynı hızda gelişmiyor. Dolayısıyla beyin gelişimi dediğimiz zaman, beynin bir bütün olarak gelişiminden bahsedemiyoruz; bu nedenle de beynin hangi bölgesine baktığımız çok önemli. İnsan davranışlarında, özellikle sosyal davranışlarda, beynin ödül mekanizmaları çok önemli bir rol oynuyor. Ödül derken de negatif şeylerden kaçıp pozitif şeylere yönelmeyi kastediyoruz. Ergenlikte hormonların da etkisiyle beynin ödül mekanizmalarıyla ilgili bölgeleri çok hızlı bir gelişim gösterip çok hassaslaşıyorlar. Ergenlikteki diğer gelişimlerden biri olan sosyal ortamı da eklersek bu dönemde gençler akranlarına, özellikle de arkadaşlarına çok odaklanıyorlar. Sınıftaki arkadaşlarının, senin için ne dediği, arkadaşlarının söyledikleri dünyadaki en önemli şeylerden biri oluyor. Ergenlik sırasında beyindeki ödül mekanizmalarının gelişimini bu sosyal gelişimle birleştirdiğimizde gençlerin neden özellikle sosyal ilişkilerden çok etkilendiğini ve ergenlik sırasındaki arkadaşlıkların gençlerin gelişimi ve davranışları üzerindeki etkilerini daha iyi anlayabiliyoruz. Mesela ergenlik döneminde gençlerin arkadaşlarıyla beraber oldukları ortamlarda daha fevri ve riskli davranışlar göstermeleri gibi.
Araştırma için sağlanan fondan bahsedebilir misiniz? Sizin buradaki göreviniz neler olacak?
Hollanda hükümetinin bir fonu bu. Hükümetin açtığı çeşitli fonlar var. Çoğu kişisel fonlar. Kişisel fonlar için bir araştırma projesiyle başvuruda bulunuyorsunuz, yaklaşık bir yıl incelemeler yapılıyor ve eğer kabul edilirse o sizin kişisel fonunuz oluyor ve çalıştığınız üniversiteden ayrılıp başka bir üniversiteye gitseniz bile sizde kalmaya devam ediyor. Şimdi aldığımız fon ise bir konsorsiyum fonu, 22 milyon Euro. İlk etapta çok büyük bir fon olarak görülebilir, ancak biz farklı disiplinlerden gelen (sosyologlar, psikiyatrlar, psikologlar, veri bilimciler) 19 kişilik büyük bir ekibiz. Amacımız bir sürü alt kategorileri olan sorularımıza, farklı disiplinlerden yanıt bulabilmek. Ana başvuruyu yapan, benim de içinde olduğum altı kişilik bir ekip var. Bu altı kişi araştırmanın önemli kararlarını veriyor, nerede ne yapılacağını belirliyor. Onun dışında benim odaklandığım nokta ise bu sosyal ağların beyin görüntüleme araçlarına entegre olması. Amacımız büyük bir sosyal ağ içerisindeki herkesi araştırmaya katıp bütün grubu seneler boyunca takip edebilmek. Katılımcılardan iki senede bir MR görüntüsünü alacağız ve daha sıklıkla da anket üzerinden sosyal grup içerisindeki ilişkilerin nasıl değiştiğine dair bilgiler toplayacağız. Böylece sadece kişiler nasıl değişiyor değil, grup içerisindeki ilişkiler nasıl değişiyor ve kim kimden nasıl etkileniyor, bunu hem davranış olarak hem de beyin gelişimi çerçevesinde inceleyebileceğiz. Bu geniş araştırma çerçevesinde cevaplamayı hedeflediğimiz ana soru "gençler nasıl topluma katkı sağlayabilen sağlıklı yetişkinler olarak yetişebiliyorlar?"
Bu çok önemli bir soru gerçekten… Bunun sırrını çözmek mümkün mü?
Evet, çok geniş bir soru. Bu geniş soruya odak noktası getirebilmek amacıyla davranışların kontrolünü temel olarak almaya karar verdik. Kişinin karşılaştığı durumlara yönelik davranışlarını kontrol edebilmesi (self-regulation) çok önemli bir beceri. Kontrol mekanizmasının önemli bir parçası, karar alırken sadece kısa vadeli değil, uzun vadeli sonuçları da göz önünde bulundurabilmek. Örneğin ertesi gün sınavı olan bir öğrencinin ders çalışmakla partiye gitmek arasında kalması ve geleceğini belirleyeceği için ders çalışmayı tercih etmesi… Gençlerin en zorlandığı şeylerden biri uzun vadede gelen ödüller için bekleyebilmek. Çoğu durumda ayrıca uzun vadede gelebilecek ödüllerin ne olacağı net olarak belli de değil. Özellikle böyle belirsizlik içeren durumlarda kontrol mekanizması, davranışları şekillendirmekte önemli bir rol oynuyor. Öte yandan, yatırımı sadece kendine değil, çevrene de yap diyoruz. Çıkarın olmasa da ailene destek ol, diyoruz. Bunlar da öz kontrol gerektiriyor. Dolayısıyla kontrol mekanizması sağlıklı yetişkinler olabilmek çok önemli ve bizim araştırmamızın da odak noktası. Sosyal ilişkiler çerçevesinde baktığımızda cevap aradığımız sorulardan bir tanesi arkadaşların kontrol mekanizmalarının birbirini ne derece etkilediği. Mesela gençler ne derece kendilerine benzeyen kişileri etraflarına topluyorlar ya da zaman içerisinde birbirlerinin kontrol becerilerini nasıl etkiliyorlar? Bu etkileşimleri sadece davranış olarak değil, ayrıca beyin aktivasyonu seviyesinde de araştıracağız. Beynin kontrol mekanizmasının bulunduğu bölge, yani prefrontal kortex, çalışma belleği için de çok önemli. Çocuklar çok daha az şeyi akıllarında tutabiliyor, planlamaları da az yapabiliyorlar, çünkü prefrontal kortex gelişimini çok daha sonra, ergenliğin sonralarına doğru tamamlıyor, ki bu neredeyse 25-30'lu yaşlara kadar sürebilen bir süreç. Ancak çocuklarının çalışma belleğini geliştirmeyi hedefleyen deneylerde prefrontal kortex'teki aktivasyon seviyelerinin yetişkinlere benzer seviyelere ulaşabildiğini görüyoruz mesela. Ancak sosyal ilişkilerin, o beyin bölgesinin aktivasyonunu nasıl etkilediğini bilmiyoruz. Bunu anlayabilmek için araştırmaya katılanları uzun süre takip edebilmemiz lazım. Bunun yanı sıra kişiler arasındaki ilişkilerin başını yakalayabilmek de sebep ve sonuç ilişkilerini anlayabilmek için önemli. Yani araştırmamızda hedeflediğimiz gruplar, daha önce birbirlerini tanımayıp ilk defa bir araya gelmiş gruplar. Gelişim çok kompleks ve biz bu araştırmayla her şeyden önce bu kompleksliği tanımak istiyoruz. Beyni taramak işin içine girince araştırma çok pahalılaşıyor, ikincisi sosyal ortamı katarsak iş çok daha çetrefil hale geliyor. Ama biz sosyal ortamı katacağız, çünkü sosyal ortamı katmadan bireyin gelişimiyle ilgili söylenenler çok kısıtlı kalıyor. Bu anlamda bulgularımız insan gelişimini anlamak adına kesinlikle çok önemli olacak.
“Ama bizler öğrenme ortamının sosyalliğini unutup öğrenmenin sanki bir vakum içerisinde gerçekleştiğini düşünüyoruz neredeyse... Gençlerin enerjisinin ve dikkatinin büyük kısmının arkadaşlara ve sosyal iletişimlere odaklandığını eğitim ortamlarında göz önünde bulundurursak eğitimde büyük adımlar atabiliriz.”
Sosyal ilişkiler ve arkadaşlıklar bu kadar önemliyse, bunun sınıflardaki eğitim için anlamı nedir?
Sosyal ilişkilerin önemini yadsımamak lazım. Gençler için olay tamamen “kim ne yaptı, kim ne dedi, kimin statüsü ne” sorularından ibaret. Çocuklar okula neden gidiyor; öğrenmek ve başarılı olmak için. Gençler için çoğu zaman arkadaşlıklar, kimin ne yaptığı, kimin kime ne dediği her şeyden daha önemli olabiliyor. Ben ergenlik yıllarımı düşündüğümde, “arkadaşlarınla bütün gün okulda görüşüyorsun zaten, bir de sonrasında görüşmeniz mi lazım” sözleri, hâlâ kulağımda. İşte sosyal ilişkilerin bu kadar önemli olduğu yaşlarda gençlerin sınıflarda, sosyal bir ortamda çok konsantre bir şekilde öğrenmeye odaklanmalarını bekliyoruz. Sınıfta gençlerin dikkatini çelen o kadar çok şey dönüyor ki... Ama bizler öğrenme ortamının sosyalliğini unutup öğrenmenin sanki bir vakum içerisinde gerçekleştiğini düşünüyoruz neredeyse... Gençlerin enerjisinin ve dikkatinin büyük kısmının arkadaşlara ve sosyal iletişimlere odaklandığını eğitim ortamlarında göz önünde bulundurursak eğitimde büyük adımlar atabiliriz. Mesela öğretirken grup aktivitesi yapabilir, arkadaşını da katarak işin içine ödül koyabilir, başarıya beraber ulaşmalarını sağlayabiliriz. Sınıftaki ortamda, gençler birey olarak öğrenmiyorlar, sürekli ilişkiler dönüyor ki, bunu göz ardı etmememiz lazım.
Hocam gençlerin başarılı bireyler olmasındaki sosyal çevre olarak okulun ve oradaki arkadaşlıkların öneminden bahsettiniz… UAA’daki yıllarınıza dönüp baktığınızda neler söylemek istersiniz?
Benim şu an en sık mesajlaştığım grubum UAA’lı arkadaşlarımdan oluşuyor. Her gün konuştuğum arkadaşlarım hâlâ UAA hazırlık sınıfındaki arkadaşlarım. Her ne kadar farklı bir ülkede olsam da, -ki bu grubun içinde de Portekiz’de, Amerika’da, Almanya’da yaşayanlar var-, herkesi ayakta tutan en önemli unsur o arkadaşlık. Öğrenciyken bizler, bazen okuldaki katı kurallardan şikâyetçi olabiliyorduk. Ancak hepimizin gönülden katıldığı bir nokta var ki, UAA'nın bize yaptığı en önemli katkılardan bir tanesi de arkadaşlıkları besleyen sosyal ortamı, çok özel bir şekilde bize sağlamış olması.