Üniversite sınavında bütün tercihlerini tıp eğitimi üzerine yapan, yıllarca eğitimden geçtikten sonra profesör unvanı alan Egemen Eroğlu (TAC’90), gerek ekonomik sorunlar ve mesleğin itibarsızlaştırılması, gerekse uzun mesai saatleri nedeniyle çocuk cerrahisi bölümlerinin tercih edilmediğinin altını çizerek, kendisinin türünün son örnekleri arasında bulunduğu söylüyor.
Yazar:
Defne Ongun Müminoğlu (TAC'81)
Prof. Dr. Egemen Eroğlu, Çocuk Cerrahisi Uzmanı. Öyle önemli bir kişilik ki… Düşünün, üzerine titrediğiniz oğlunuza bir serseri kurşun isabet etmiş. Nereden geldiği belli değil. Neyin nasıl ve neden olduğunu çözmek ise imkânsız. Veya o tatlı mı tatlı kızınıza bir gün kanser teşhisi konuyor. Daha minicik. Uzun aylar boyunca hastanede tedavi görecek. Körpe vücuduna pek çok cihaz takılacak. Vücuttan örnekler alınacak. Cerrahi işlemler silsilesi sizi bekliyor.
Kimsenin başına gelmesin. Ama yukarıda bahsettiğim iki durum da kızımın çok yakın iki arkadaşının başına geldi. Tüm cerrahi işlemlerini Prof. Dr. Egemen Eroğlu ve ekibi yaptı. Benden bir dönem küçük olan Egemen, ışıl ışıl gülümsemesi ve olumlu enerjisiyle herkese iyi geliyor. Sakin, güven veren ve sağlam bir duruşu var.
Bir doktorda aradığınız nedir?
Ben iş becerisinin dışında “insaniyet” de arayanlardanım.
İşte karşınızda sevgili Egemen Eroğlu.
Kimdir bu çocuk cerrahları? Çocuk cerrahisi neleri kapsar?
Bizler eski genel cerrahlar gibiyiz. Yani çocukların cerrahi ihtiyaçlarının hepsine müdahil olabiliyoruz. Yapmadıklarımızı saymak daha kolay olacak. Kalp, beyin, kemikler dışında aklınıza gelebilecek tüm cerrahileri biz yapıyoruz. Bir de çocuklarda sık yapılan geniz eti, bademcik alınması gibi ameliyatları kulak burun boğaz hekimleri yapıyor. Aslında bazı ülkelerde bu ameliyatları bile çocuk cerrahisi yapıyormuş, ama o kadar da uzun boylu olmamalı zaten. Akciğer, göğüs boşluğu, böbrekler, karın boşluğu, bağırsak, genital bölge... Kısaca çocukların vücutlarının doğumsal veya edinsel tüm bozukluklarını tamir etmeye çalışan, türü tükenmekte olan doktor grubuna, “çocuk cerrahı” deniyor.
Çocuk cerrahisinin yetişkin cerrahisine göre farklılıkları neler?
“Türü tükenmekte” dedim, çünkü biraz önce anlattığım yaygın konuları öğrenebilmek için oldukça uzun ve zor bir eğitim sürecinden geçiyoruz. Önce altı yıl tıp fakültesi bitiyor. Ardından mecburi hizmet. Sonra 5-6 yıl sürekli nöbetlerle geçen, ağır bir uzmanlık eğitimi. Ardından yine mecburi hizmet ve karşınızda çocuk cerrahı. Hâliyle artık kimse çocuk cerrahı olmak istemiyor. Onun için özellikle son uzmanlık sınavında kadrolar hep boş kaldı. Benim zamanımda en üstlerde olan “çocuk cerrahisi uzmanlık eğitimi” şimdi en altlarda. Artık tercih edilmemesinin nedeni sadece eğitimin zorluğu değil. Hasta grubumuzun kendini ifade edemeyen küçücük bireyler olması ve bizim onların problemlerini vücut dillerinden anlamaya çalışmamız işin en zor yönlerinden. Biz hep, “Çocuk hasta erişkin hastanın küçüğü değildir,” deriz. Yani olay sadece boyutsal olarak küçük olmaları değil. Çocukların hastalıkları, onlara uygulanan ilaçlar ve dozları hep farklı. Tek tek her ilacı kilosuna göre ayarlayarak vermek, büyümelerine etki etmeyecek ilaçları seçmek gibi püf noktaları var. Tabii aslında küçüklük de ayrı bir problem. Mesela laparoskopik veya robotik ameliyatlarda geliştirilen cihazların birçoğunun hâla bebeklerde kullanılacak kadar küçük boyutu yok. Bunlara ek olarak doktorların iyice itibarsızlaştırıldığı ülkemizde ebeveynleri mutlu etmek minik hastalarımızdan daha zor olabiliyor. Ayrıca doktorların ortak derdi, hak etmediğimiz şekilde saygınlığımızın azaltılmasının yanı sıra fakirleştirilmek. Kamuda çalışırken kazanılan miktarlar hak edilen seviyede değil. Özel sektöre geçildiği durumlarda ise farklı senaryolar işlemeye başlıyor. Sigortaların masrafları şu veya bu sebepten ödememeleri sonucu işin ehli olmayan kişilere daha ucuza yaptırılan ameliyatlar neticesinde işin uzmanına gelen hasta sayısı, dolayısıyla gelir de daha da azalmış oluyor. İşte bu nedenlerden ötürü, genç meslektaşlarımız çocuk cerrahisi yerine daha çok geliri olan, nöbeti olmayan, nispeten daha kolay ve risksiz branşları tercih ediyorlar. Onun için bazen arkadaşlarıma, “Bana iyi bakın, türünün son örneklerindenim,” diyorum. Gülüyoruz.
TAC’deyken bu mesleğin hangi yönü seni çekti? Bilinçli bir seçim miydi?
Doktor olmak bilinçli bir seçimdi. Üniversite sınavında tüm tercihlerim tıp olmuştu. Ama çocuk cerrahisi sonradan oluştu. Çok yüksek bir puan alarak Cerrahpaşa İngilizce Tıp Bölümünü kazanmıştım. O zamanlar hocalar arasında İngilizce tıp eğitiminin gerekliliği konusunda görüş ayrılığı vardı. Bazı hocalarımız bizimle ilgilenmek istememişti. Çocuk Cerrahisi stajında böyle olmadı. Tüm hocalar asistanlarıyla birlikte bizimle çok ilgilendiler. Buna hocaların tek tek karizmatik olmaları da eklenince... Mesela bir hocamız eski basketbolcu Prof. Dr. Nur Danişmend idi. Bir diğer hocamız Türkiye’de karaciğer nakillerinin öncülerinden süper bir karaciğer cerrahıydı. Tabii bunlar insanı etkiliyor. İlgi çekilince daha iyi öğreniyorsunuz. Daha iyi öğrenince de daha çok sevip, çocuk cerrahı olmaya karar verdim.
En sık karşılaştığın cerrahi işlem nedir?
Erkek nüfusunun neredeyse yüzde yüzünün sünnetli olduğu Türkiye’de, tabii ki sünnet en başta geliyor. Hemen arkasından da kasık fıtığı veya inmemiş testis gibi kasık problemleri.
“Genç meslektaşlarımız çocuk cerrahisi yerine daha çok geliri olan, nöbeti olmayan, nispeten daha kolay ve risksiz branşları tercih ediyorlar. Onun için bazen arkadaşlarıma, 'Bana iyi bakın, türünün son örneklerindenim,' diyorum. Gülüyoruz.”
Cerrahide teknolojinin ilerlemesiyle sence neler olacak veya şu olsa harika olur dediğin teknolojik atılım var mı?
Artık tüm dünyada, tüm cerrahi işlemlerde en küçük girişimler yapılarak, hastaya en az hasar verilerek tedaviler yapılmaya çalışılıyor. Mesela, eskiden kocaman kesilerden yapılabilen ameliyatlar, şimdi birkaç küçük delikten sokulan kamera ve aletlerle yapılabiliyor. Bu tür yenilikler önce erişkinlerde uygulanıyor, sonra aletlerin daha minyatür boyutta olanları geliştirilip çocuklarda kullanılmaya başlanıyor. İşte gelecekte bu tür minimal girişim cerrahisinin çok daha ön plana çıkacağını düşünüyorum. Bir de doğuştan olmayan veya bozulan organların yerine yeni üretilebilen organlar takılacağını hayal ediyorum. Organlar artık başkalarından alınmayacak, kişinin kendi dokularında üretilecek. Doğuştan olmayan bir mesane yerine, yeni üretilen mesane takılacak veya yemek borusunun olmaması durumunda yerine konacak başka organ aranacağına, yeni yapılmış olan yerleştirilecek. Kök hücre çalışmaları çok umut vaat ediyor. Yine de bütün bunlar cerraha her zaman ihtiyaç duyulacağını gösteriyor. Sonuçta birilerinin bu yeni organları yerine takması, o küçücük robotları minik bir delikten karın içerisine sokup kullanması lazım.
Bir çocuk cerrahı olarak en zorlandığın, bu mesleğin seni adeta test ettiği anlar hangileri?
En zoru, gözlerini kocaman aralayıp ağzımdan çıkacak kelimeleri can kulağıyla bekleyen gencecik bir çifte kötü haber vermek. Daha detaylı anlatıp bu güzel röportajı bozmayalım. Ama neden bu mesleği seçtiğimi sorguladığım anlar oldu.
“İyi ki” dediklerini de alalım o hâlde…
Yaşamayacağı düşünülen bir bebeği pes etmeden defalarca ameliyat edip yaşadığını görmek. O bebeğin büyüyüp ziyaretime geldiğinde yanağıma kondurduğu öpücük. Saatlerce ayakta dikilip kocaman bir tümörü tamamen çıkarabilmek ve bunu dışarıda heyecanla bekleyen ailesine söylemek. O gencecik insanların boynuma sımsıkı sarılmaları. Dedelerin, nenelerin “Allah senden razı olsun”, “Allah ellerine dert vermesin”, “Allah sizleri korusun” gibi gerçekten içten söylediklerini hissettiğim duaları. Bir de çocuklar bana “Egemen Abi” diyorlar. Çok hoşuma gidiyor.
Doktor olunca hayatın kalmıyor mu? Bir doktor kendini nasıl sıfırlar?
Açıkçası gerçekten insandan çok şey alan bir meslek. Hastaneden çıkıp eve gittiğiniz zaman bile aklınızın hastanede kaldığı çok oluyor. Hastanın ateşi çıkacak mı? Kanaması olacak mı? Bir sürü soru dolaşıyor kafanızın içerisinde. Onun için doktorların çoğunun mutlaka bir hobisi oluyor. Benim çocukluğumdan gelen bir deniz takıntım var. Mersin Yelken Kulübünde, 11 yaşında ilk kez teknenin üzerine çıktım, sonra hiç inmedim. En çok rahatladığım yer diyebilirim. Hastaneye bile hemen her gün vapurla Boğaz’ı geçerek gidiyorum. Bir de bisiklet binmeyi çok seviyorum. Elimden geldiğince araba yerine bisikletle yol almaya çalışıyorum. Ama en güzel sıfırlama herhalde eve girişte köpeklerimin beni karşılaması esnasında oluyor. Her seferinde haftalardır beni görmemişçesine sevinçle karşılıyorlar. İnsan o sırada hiçbir şey düşünmüyor.
Sana bir şans daha verildi. Tekrar meslek seçeceksin. Ne olurdu?
Tekrar doktorluğu seçeceğim kesin. Ben bu düzenin değişeceğini, bu kadar özveriyle ve zorlukla yetişen doktorların değerinin tekrar anlaşılacağını düşünüyorum. Herkesin bir gün mutlaka bir doktora işi düşecek. Çocuk cerrahisini de bu kadar sevmeme rağmen, geceleri çağrılmak zorunda kalmayacağım, bu kadar ayakta durmamı gerektirmeyen daha basit bir branşa yönlenebilirim.
“Bir sürü soru dolaşıyor kafanızın içerisinde. Onun için doktorların çoğunun mutlaka bir hobisi oluyor. Benim çocukluğumdan gelen bir deniz takıntım var. Mersin Yelken Kulübünde, 11 yaşında ilk kez teknenin üzerine çıktım, sonra hiç inmedim. En çok rahatladığım yer diyebilirim. Hastaneye bile hemen her gün vapurla Boğaz’ı geçerek gidiyorum. Bir de bisiklet binmeyi çok seviyorum.”