Çocuklarımızı henüz var olmayan mesleklere nasıl hazırlayacağız?
CONNECT’te yeni yayın dönemi

Üsküdar Amerikan çok iyi insanlar yetiştiren bir okul

07.06.2024

Milyar dolarlık girişimleriyle adından sıkça söz ettiren Hakan Baş (UAA’01), Üsküdar Amerikan Lisesi yıllarını, okulunun kendisine ve başarılarla dolu iş hayatına neler kattığını anlatıyor.

Söyleşi: Aytaç Demirci

Üsküdar Amerikan Lisesi’ne girdiğinizde yüzde 80’i kız öğrenci olan bir okuldu. İlkokulu bitirip sınava girdiğiniz zaman 120 yıllık köklü bir kız okulu karma eğitime yeni geçmişti. Böyle bir yere gidiyorsunuz. Nasıl bir duyguydu? Nasıl bir okulla karşılaştınız?

HB: Ben UAA’ya 1994’te girdim. 1990’da erkek öğrenciler kabul edilmeye başlamıştı. Ben başladığımda lise tarafında hiç erkek yoktu, sadece ortaokulda vardı. Biz büyüdükçe, ben orta sondayken okul ilk erkek mezunlarını vermeye başladı. Şu anda düşününce tabii farklı geliyor ama o zaman bizim için çok da büyük bir fark yoktu. Lisede tamamı kız öğrenci olması hazırlıktaki öğrenci için çok fark etmiyor. Belki bir büyük fark, “okul ablası” kültürünün olmasıydı. Sizden bir iki yaş büyük olanlar çok büyük olmuyor ama 4-5 yaş büyükler abla oluyor. Okulun daha disiplinli, düzgün, düzenli olmasında bunun etkisi oluyordu. O yaşlarda erkek çocuklar biraz daha hareketli ve dağınık oluyor. Biz uzun eşek oynuyoruz mesela ama kızlar ip atlıyor. Üsküdar Amerikan’ın birçok okula nazaran daha disiplinli, daha düzenli olmasında kurumun DNA’sının, köklerinin kız lisesi olmasının katkısı olmuştur diye düşünüyorum. Pozitif ayrımcılık yapıyor gibi oluyorum ama sonuçta kız çocuklar daha tertipli oluyor. Okulda genel olarak öğretmenlerinden yöneticilerine ve çalışanlarına kadar hep bir Üsküdar Amerikan kalitesi vardı. Beden eğitimi öğretmeni bile sınıfa girecekse kravatla girmek zorundaydı. Hazırlığa başladık, ilk gün sınıfa girdiğimde tahtada yazan cümle “May I take off my jacket?” (Ceketimi çıkarabilir miyim?) idi. Okulda İngilizce ilk gördüğüm cümle izin isteme cümlesi. Eylülde başlıyor okul, yeşil yün kravatımız, ceketimizle gidiyoruz. Hava sıcak. Ceketi çıkarmak için izin istiyoruz. Bu genel nezakette, disiplinde okulun köklerinin pozitif etkisi olduğunu düşünüyorum. Negatif şu olabilir belki, sonuçta geçmişte Türkiye özellikle erkeklerin iş dünyasında, çalışma hayatında daha ön planda olduğu bir ülke olduğu için kız mezunların belli yerlere gelebilmesi daha zor oluyordu. Ticarette, siyasette, akademide erkek hegemonyasının olduğu bir ülkede kadınların belirli yerlere gelmesi çok zor olmasına rağmen çok sayıda başarı hikâyesi var Üsküdar Amerikan mezunları arasında. En eski erkek mezunlar da artık 43-44 yaşına geldi. Okulun eğitim kalitesi tartışmasız, çok iyi bir öğretim programı uygulanıyor ve zaten seçilmiş öğrenciler giriyor. Ağaç yaşken eğilir. Ve Üsküdar Amerikan’da çok iyi bir eğitim alarak yetişiyorlar. Kız lisesi olmasından gelen DNA’sı sayesinde daha disiplinli, daha düzgün, daha yetkin insanlar olarak yetişmemizi sağladı. Okul ablası kültürü de çok güzeldi. Kadınların anaç bir yanı da olduğu için hazırlık öğrencisiyken bir derdimiz olduğunda bizimle çok ilgilenen okul ablalarımız oldu. Okul abisi ve okul ablası birbirinden çok farklı şeyler. Okul ablasının yardımı, rehberliği çok başka oluyor. Okula girdiğimizde bizimle hemen bir okul ablası eşleştiriliyordu. Hazırlığa başladığımdan itibaren bir okul ablam vardı. Bütün sene okulla, derslerimle ilgili bir şey olduğunda hep konuşabileceğim biri vardı. Çok güzel kurgulanmış, çok güzel işleyen bir yapıydı.

Siz de sonra, ilerleyen sınıflarda okul abisi oldunuz, değil mi?

Evet, doğru. Sonuçta insan kendi dönemindeki insanlarla daha çok vakit geçiriyor, onlarla daha yakın oluyor ama üst dönemden okul ablasının, okul abisinin olması, alt dönemden de bir kardeşinin olması, “buddy” uygulaması okula alışmayı sağlamak açısından çok güzel bir uygulama.

“Peak Games’in de kurucu ortağıyım. O 2010’da kurulmuştu. Onu kurarken Türkiye’de çok fazla oyun şirketi yoktu. Hatta “sosyal oyun şirketi” hiç yoktu. Orada, Türkiye’de yaptığımız oyunların tüm dünyada oynanması gibi bir hedefimiz vardı. İstanbul’da ufacık bir ofiste bir şeyler yapacağız ve tüm dünyada o oyunları oynatacağız gibi bir motivasyonla yola çıkmıştık. Bunun hem ülkeye katkı kısmı var, sosyal sorumluluk kısmında da insanların mutluluğuna katkı olmak var. Ticari motivasyonu da çok yüksek ama bir yandan bunlar da var. Bu olgu Üsküdar Amerikan’da çok aşılandı bize.” 

Eski mezunların çoğu genelde okul abisinden ya da okul ablasından hep bahsediyorlar. Çok küçük yaşta okula girildiği için yetişme çağında örnek alacakları bir figür, etkileniyorlar. Sonraki dönemde kendileri de okul abisi, okul ablası olmalarına rağmen daha çok abilerini ablalarını hatırlıyorlar. Halbuki abilik, ablalık yapmak önemli bir sorumluluk aynı zamanda. Daha sonraki kariyerinize baktığınızda o deneyimden bir şeyler buluyor musunuz?

Şöyle söyleyeyim, şirketimiz Ace Games’te işe yeni başlayanlar için bir haftalık “buddy” uygulamamız var. Üsküdar'dan aldığımız o okul abiliği, okul ablalığı konseptini burada sürdürüyoruz. Şirketle ilgili, işleyişle ilgili, sistemle ilgili herhangi bir soruları olduğunda konuşabilmeleri için bu sistemi getirdik. Okul yıllarında görüp faydasını yaşadığınız şeyleri sonraki yıllarda içinde olduğunuz şirketlere de mümkün olduğunca aktarmaya çalışıyorsunuz. O kültür burada da biraz var.

SEV okullarında sosyal sorumluluk eğitim öğretimin önemli bir parçası. Çalıştığınız, kurduğunuz şirketlere bunu taşıyabiliyor musunuz?

Tabii bu şirketler kapitalist bir yapıda kuruluyor. Kuruluşta bir sermaye koyuluyor, sonra yatırımcı alıyorsun. Ve herkesin asıl amacı orta veya uzun vadede yüksek geri dönüşle kâr etmek. Yatırımdan geri dönüşü maksimize etmeye çalışan kuruluşlar. Ama arka planda elbette bizim için sosyal sorumluluk önemli. Mesela Ace Games bir oyun şirketi. Oyun zaten insanlara hep pozitif şeyler çağrıştıran bir kavram. Eğlence sektörü aslında. Sıkıcı bir oyun olmadığı sürece herkesin keyif alarak yaptığı bir şey. Peak Games’in de kurucu ortağıyım. O 2010’da kurulmuştu. Onu kurarken Türkiye’de çok fazla oyun şirketi yoktu. Hatta “sosyal oyun şirketi” hiç yoktu. Orada, Türkiye’de yaptığımız oyunların tüm dünyada oynanması gibi bir hedefimiz vardı. İstanbul’da ufacık bir ofiste bir şeyler yapacağız ve tüm dünyada o oyunları oynatacağız gibi bir motivasyonla yola çıkmıştık. Bunun hem ülkeye katkı kısmı var, sosyal sorumluluk kısmında da insanların mutluluğuna katkı olmak var. Ticari motivasyonu da çok yüksek ama bir yandan bunlar da var. Bu olgu Üsküdar Amerikan’da çok aşılandı bize. Okulun bahçesindeki kurallar bile size yeşili koruma duygusunu aşılıyordu. Doğruya doğru, çok kuralcı bir okuldu. İlk öğrendiğim cümlenin “Ceketimi çıkarabilir miyim?” olmasından da anlaşılacağı gibi… Ama bütün o disiplinin, bize öğretilen şeylerin, aslında iyi insan olmamız için yapıldığını anlıyorum. Dönüp baktığımda hayatımda çok fazla şeyi yapabildiğimi görüyorum. Mesela derse otuz saniye bile geç kaldığında gidip geç kâğıdı alıyordun. Üç kere olursa cezaya kalıyordunuz salı akşamı okuldan sonra. Daha 11 yaşında böyle bir hassasiyet kazanıyorsunuz zaman yönetimiyle ilgili. Elbette “o kadar küçük çocuklar bu kadar sıkılmamalı” diyen de olabilir. Ama bence, Üsküdar'a girenler zaten seçilmiş, belli bir derece yapmış çocuklar oluyor. O disiplin içinde daha da düzenli çocuklar oluyor. Eğitim öğretim sadece İngilizce öğrenmek, matematik öğrenmek değil. Orada daha çok iyi insanlar yetiştirmek üzerine kurulu bir düzen var. Onun etkisini kendi hayatımda çok görüyorum. İşe alacağım kişinin Üsküdar Amerikan mezunu olması benim için artı unsurdur mesela. Tabii ki okul tek başına bir şey ifade etmeyebiliyor. Çok iyi okullardan uyum sağlayamayan insanlar da çıkabiliyor. Ama genel olarak bizim okulun mezunlarının hem o disiplini aldığını biliyorum hem aynı dili konuşuyor oluyoruz. Bence başarı potansiyelleri daha yüksek oluyor.

UAA’dan sonra hem lisansı hem lisans üstünü Amerika'da okudunuz. Çok da iyi, çok tanınmış üniversiteler bunlar. Parlak isimleri olmanın dışında çok zorlu okullar, rekabetin çok yüksek olduğu yerler. Üsküdar’da aldığınız eğitim ve kazandığınız alışkanlıklar Amerika’da nasıl işinize yaradı? Oradaki eğitimle Üsküdar’ı karşılaştırır mısınız?

Üniversitede gittim. Mesela matematik tarafında biz çok daha öndeydik. Herhalde müfredatla alakalı bir şey. Amerika'daki liselerden mezun olup gelen insanlar bizim lisede öğrendiğimizden bir tık daha geride başlıyorlardı. Tabii Cornell’e, Yale’e gelen çocuklar zaten potansiyeli olan çocuklar, sadece o dersi görmemişler, ilk dönem hemen yetişiyorlardı. Ama bilgi açısından bir adım önde başlamak bizim için de bir ivme oluyordu. Sonuçta biz de başka bir ülkeye adapte olmaya çalışıyoruz, ne olursa olsun, İngilizce ne kadar iyi öğretilmiş olursa olsun ilk kez tüm hayatın İngilizce olduğu bir yerde yaşıyoruz, kültürü farklı, yemeği farklı. Üstelik ben Cornell’in yüzme takımındaydım. Ben mezun olana kadar Üsküdar Amerikan’dan profesyonel sporcu çıkmamıştı bildiğim kadarıyla. O kadar yoğun ki. O yoğunlukta sabah 4.30’da kalkıyorum, 5.00’te yüzme antrenmanına gidiyorum. Süt, yumurta, yulaf karışımı hazırlardı babam, onu yerdim. Antrenmandan sonra okula gidiyorum. Öğlen, teneffüste uyurdum. Akşam okuldan çıkıp tekrar antrenmana gidiyorum. İstanbul trafiğinde eve geliyorum, akşam olmuş 8.30. Yani geldiğim gibi yatsam anca 8 saat uyuyacağım. Bir de günde 15-20 kilometre yüzme antrenmanı yapıyorum, beslenmem, dinlenmem lazım. Okul da zor. Yoğun bir programdı. Önüme kâğıt kalem alır, “8.32-8.47 arası matematik ödevi, 8.48-9.03 arası Türkçe…” diye program yapardım. Böyle dakikasıyla. Hani 8.00 ile 8.30 arası değil. Ve ona uymazsam yine uykusuz kalacağım. Yani yaptırımı da var. Dakika hesabı yaparak, böyle bir zaman yönetimiyle yetiştiğim için Cornell’e gittiğimde bütün yoğunluğuna rağmen uyum sağlayabilmiştim. Üsküdar Amerikan’da yedi yıl o disiplin, yüzmenin verdiği ekstra disiplinle birlikte, Amerika’da çok yardımcı oldu. 17 yaşında gittim bir de. Derslere verdiğim önem, ödevlerde, projelerde zaman yönetimi anlamında o yetişme tarzımın çok katkısını gördüm.

“Ben mezun olana kadar Üsküdar Amerikan’dan profesyonel sporcu çıkmamıştı bildiğim kadarıyla. O kadar yoğun ki. O yoğunlukta sabah 4.30’da kalkıyorum, 5.00’te yüzme antrenmanına gidiyorum. Süt, yumurta, yulaf karışımı hazırlardı babam, onu yerdim. Antrenmandan sonra okula gidiyorum. Öğlen, teneffüste uyurdum. Akşam okuldan çıkıp tekrar antrenmana gidiyorum. İstanbul trafiğinde eve geliyorum, akşam olmuş 8.30. Yani geldiğim gibi yatsam anca 8 saat uyuyacağım. Bir de günde 15-20 kilometre yüzme antrenmanı yapıyorum, beslenmem, dinlenmem lazım. Okul da zor. Yoğun bir programdı. Önüme kâğıt kalem alır, “8.32-8.47 arası matematik ödevi, 8.48-9.03 arası Türkçe…” diye program yapardım. Böyle dakikasıyla. Hani 8.00 ile 8.30 arası değil. Ve ona uymazsam yine uykusuz kalacağım. Yani yaptırımı da var. Dakika hesabı yaparak, böyle bir zaman yönetimiyle yetiştiğim için Cornell’e gittiğimde bütün yoğunluğuna rağmen uyum sağlayabilmiştim.” 

Türkiye’ye döndükten sonra zamanla işveren konumuna geliyorsunuz. Sizden sonraki kuşağı da işvereni olarak daha yakından izleme şansınız var. Özellikle girişimcilik ve bilişim sektörlerini göz önüne alarak, kendi döneminizle bugün yeni mezun gençleri karşılaştırdığınızda nasıl bir dönüşüm gözlemliyorsunuz? Türkiye’deki genel dönüşümün yanı sıra UAA ve SEV okulları mezunlarındaki değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nesiller değiştikçe onlara uygun, onların daha iyi yetiştirilebileceği sistemler de değişiyor. Z kuşağına pozitif etki sağlayacak sistem başka, Y kuşağına uygun sistem başka. Bu kuşaklarla birlikte eğitim sistemleri de evriliyor. Öte yandan Üsküdar Amerikan o değişimlerde kendini çok bozmamak için gereken şeyleri de yaptı. Mesela ben orta sona geldiğimde, herhalde 1997 yılında ilk kez sekizinci sınıfta lise sınavı olmaya başladı. Ve ilk sınavda çok düşük puanlarla girildi iyi okullara. Çünkü çok az katılan var, sıralama yapınca da onlar kazanmış oluyor. Ama Üsküdar Amerikan o sene hiç öğrenci almadı. “Biz bu sene liseye almıyoruz” dediler. Bugün de takip ediyoruz, diğer SEV okullarını da izliyoruz, sıralamalara baktığımızda, eğitim kalitesine baktığımızda eğitim öğretimde aynı kültürün devam ettiği hissediliyor. Sadece akademik yönden değil, insani değerler yönünden de donanımlılar, onu görüyorum. Girişimcilik ekosistemine baktığımızda da tabii başarı hikâyeleri oldukça insanlar yöneliyor. Ben 2010’da Türkiye'ye döndüm. 2001’de Cornell’e gittim, 2005’te mezun oldum. Üç yıl çalıştım. 2008-2010’da Yale’e gittim. 2010’da Türkiye’ye döndüğümde ilk Peak Games’i kurduk. O zamana kadar teknoloji, internet girişimciliği çok yaygın değildi. “Müteşebbis” deniyordu. Onlar da daha çok enerji sektöründe, emlak sektöründeydi. Hem sermaye yoğun, çok büyük paralar gerektiren işler, hem de geri dönüşü on yıl sonra başlayan işler. İlk başarı hikâyeleri oluşmaya başladığında insanların ilgisi arttı. Ben ilk şirketimi kurarken kendi ailemden bile bayağı direnç gördüm. “Oğlum o kadar okudun, oyun şirketi mi kuracaksın?” dediler. Ama bugün bakınca, bizlerin de bence katkısıyla, bugün liseden mezun olan kişilerin önünde iyi örnekler var, başarı hikâyeleri var. “Başarı” tabii çok geniş bir tabir ama en azından iş anlamında belli noktaya gelen projeler var. Gitti Gidiyor, Yemek Sepeti gibi örnekler tam o dönemlerde yatırımlar aldı, satıldı. Sonra çok daha fazla başarı hikâyeleri geldi. Böyle milyar dolarlık işler çıkınca gençlerin de ilgisi arttı. Kültürümüzde o pratik zekâ, yatkınlık var bence. Onu kullanmaya başladık. Eskiden iyi okullardan mezun olan iyi öğrencilerin hepsi “danışmanlığa gireyim,” “çokuluslu şirketlere gireyim,” “kariyerim garanti olsun” diye düşünürken “Ben de bir şeyler yapabilirim,” “Ben de sıfırdan bir şeyler yaratabilirim” anlayışı artık yerleşiyor. Eski kuşak az risk alıyordu. Mesela Üsküdar Amerikan'da okuduysa “O kadar okuduk. Bütün bunları riske mi atacağım?” diye bakıyordu. Ama şu anda tam tersine “Bu kadar okuduk. Ben de yapabilirim” bilinci daha fazla.

İLGİLİ KONULAR
BU HABERLER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
29.06.2023

Alzheimer ile mücadelenin küresel lideri

Doktor, bilim insanı, yönetici ve öğretim görevlisi Prof. Dr. Nilüfer Ertekin Taner (ACI’89), Mayo Clinic’teki laboratuvarında 20, ABD ve dünya genelindeyse farklı disiplinlerden 100’ü aşan bilim insanıyla en karmaşık ve ölümcül hastalıklardan Alzheimer’a karşı bir tedavi bulmak için sürdürülen küresel savaşa liderlik ediyor.

Yorum ve görüşleriniz çok değerli.

CO dijital logo
Bu site kullanıcı deneyiminizi iyileştirmek için KVKK ve GDPR çerçevesinde Çerez (Cookie) kullanmaktadır.
Bu konuda detaylı bilgi almak için Güvenlik, Gizlilik ve KVKK Metinleri sayfalarını inceleyebilirsiniz.
Sitemizi kullanarak, Çerezleri kabul ettiğinizi beyan edersiniz.