Bu yıl “Dış Politika Enstitüsü” başkanlığı görevini üstlenen Büyükelçi (E) Hüseyin Diriöz (TAC ’73) diplomat olarak bulunduğu farklı coğrafyalarda geçen 42 yılın ardından TAC’nin hayatına ve mesleğine katkılarını anlatırken bizleri dünya diplomasi tarihinde neredeyse yarım asırlık ilginç anılarla dolu bir seyahate çıkarıyor.
Yazı: Hüseyin Diriöz (TAC ’73) / Büyükelçi (E)
Diplomasi mesleğindeki 42 yıllık kariyerim boyunca değişik coğrafyalarda, değişik kültürlerin hâkim olduğu yerlerde, farklı konularda ülkemizi temsil eden kadronun içinde yer aldım. Hem keyifli hem de meşakkatli olabilen bir meslek. Tabii bu iş hayatımda TAC mezunu olmanın, TAC’nin havasını teneffüs etmiş bulunmanın büyük faydasını gördüm.
Önce yabancı dille başlayayım. Hariciye mesleğinde yabancı dil bilgisi olmazsa olmazlardandır. Günümüzün “lingua franca”sı olan İngilizce, ülkeler arası diplomatik ilişkilerde ve uluslararası kuruluşlarda kullanılan en yaygın dildir. Meslek hayatımda Afganistan’dan Brezilya’ya dünyanın dört bir köşesine tayin olan bir diplomat olarak her defasında yerel dili öğrenmeye gayret ettim ve bu sayede günlük hayatımda yerel kültürü ve zenginlikleri yakından tanımak fırsatı buldum. Ancak çalışma hayatına gelince diplomasi dili ince ayrıntı işidir, çoğu zaman da hukuki terimler içerir. O nedenle TAC’nin verdiği yabancı dil ve kültür bilgisi, bilhassa da akıcı İngilizce konuşma kabiliyeti, uluslararası müzakerelerde ve genel olarak diplomatik girişimlerde hayati önem taşıdı.

NATO eski Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen ve Hüseyin Diriöz bir toplantı sırasında,
Tarsus’ta okuyunca bir yandan kalbur üstü bir çevreye erişiyorsunuz bir yandan da çarşı içinde kelle paça yemeye rahatlıkla gidiyorsunuz. Her ortamda uyum sağlayabiliyorsunuz. Halkın her tabakasıyla, her meslek mensubuyla rahatça konuşup, onlarla yabancılaşmadan diyalog kurabilmek iş hayatımda da hep faydalı oldu. Meslek hayatımda kraliyet aileleriyle veya devlet başkanlarıyla da görüştüm dostluk kurdum ama gerektiğinde Afganistan’da tutuklanan Türk vatandaşlarına da yardımcı oldum, ülkemize sağ salim dönmelerine önayak oldum. Dışişleri'ne girdikten sonra, ilk dış tayin yerim o zamanlar Sovyet işgali altındaki Afganistan’dı. Orada bir gün beni Dışişleri Bakanlığına davet ettiler. Hemen gittim. Dediler ki: “Casusunuzu yakaladık!” ve pasaportunu gösterdiler gözaltına alının vatandaşın. Meslek hanesinde ‘Fotografçı’ yazıyordu. O dönemde Mücahitlerin direniş faaliyetlerini görüntüleyen, filme alan, dünyaya yayan Batılı basın mensupları hep ‘casus’ olarak nitelendiriliyordu. Dolayısıyla bizim vatandaşı da o kategoride değerlendiriyorlardı. Talihsiz vatandaşla görüşmeye geçtim ve sordum, ne iş yapıyorsun, niye buralardasın, niye pasaportunda meslek olarak fotografçı yazıyor diye. Cevap verdi: “Abi ben seyyar satıcılık, işportacılık yapıyorum. Bazen Pakistan’dan toptan eşarp alıp İran’da satıyorum. Biraz para kazanıyorum. Ama Pakistan’dan İran’a uçak bileti almaya param yetmedi. Bana dediler ki, Peşaver’e git. Oradan minibüsle Afganistan’a Kabil’e geç. Oradan da otobüsle Herat üzerinden İran’a geçersin.” Sordum, peki pasaportunda Afgan vizesi olmadan nasıl Pakistan sınırından Afganistan’a geçebildin?” Cevap verdi: “Abi minibüse bindim. Sınırda Afganlar vize yok diye beni indirmek istediler. Minibüs yolcuları itiraz ettiler, bu arkadaş Türk, dosttur, onu atamazsın dediler. Sınır görevlileri de müsaade ettiler. Kabil’e kadar gelebildim.” Yine sordum, peki pasaportunda niye meslek olarak Fotografçı yazıyor?” Cevap verdi: “Konsolos Bey (Ben konsolos değildim, Büyükelçilik Başkatibiydim ama Konsolosluk şubesi de bana bağlıydı), ben bir zamanlar Yeşilçam’da figüranlık yaptım. (Kemerinin altından bir mendile sarılı bir fotoğraf çıkardı: Cüneyt Arkın’ın yanında bir otobüs kapısında poz vermişler ve Cüneyt Arkın elini, bu arkadaşın omuzuna koymuş.) Pasaport alırken meslek sordular. Ben de Artiz dedim. Onlar da inanmadılar ama beni kırmamak için hiç olmazsa Fotografçı yazalım dediler. Mesele bu işte.” Güleyim mi, ağlayım mı bilemedim. Afgan Dışişleri görevlilerine durumu anlattım. Zaten layık olan düzeyde bulunmayan ilişkilerimizi daha germemeleri gerektiğini, olayın içyüzünün bu şekilde olduğunu etraflıca anlattım. Kabul ettiler ve şahsı alıp yanımda sefarete götürmeme izin verip serbest bıraktılar. Şahıs bana çok teşekkür etti, Abi İstanbul’a geldiğinde beklerim, misafirim ol, evde iki telefon var, biri yeşil, biri kırmızı, dedi. Numarası kaç diye sorduğumda, Abi daha bağlanmadı, dedi. Yine güleyim mi ağlayım mı bilemedim. Bilahare Herat otobüsüne götürdüm. Yerleştirdim. Türk Büyükelçiliğinin misafiri olduğunu, kendisini otobüs yolcularına ve şoföre emanet ettiğimi söyledim. Yolcular ve şoför: Türk sefaretinin misafiriyse bu şahıs artık emniyettedir dediler. Herat’tan İran’ın Meşhed şehrine geçmesine yardımcı olmalarını söyledim. Helalleştik. Aradan bir iki ay geçince, Sivas’tan bir kartpostal göndermişti ve teşekkür ediyordu. Gözlerim yaşardı…
“Tarsus’ta okuyunca bir yandan kalbur üstü bir çevreye erişiyorsunuz bir yandan da çarşı içinde kelle paça yemeye rahatlıkla gidiyorsunuz. Her ortamda uyum sağlayabiliyorsunuz. Halkın her tabakasıyla, her meslek mensubuyla rahatça konuşup, onlarla yabancılaşmadan diyalog kurabilmek iş hayatımda da hep faydalı oldu. Meslek hayatımda kraliyet aileleriyle veya devlet başkanlarıyla da görüştüm dostluk kurdum ama gerektiğinde Afganistan’da tutuklanan Türk vatandaşlarına da yardımcı oldum, ülkemize sağ salim dönmelerine önayak oldum.”
Kabil’den sonra tayinimiz Strazburg’daki (Fransa) Avrupa Konseyi Daimî Temsilciliğimize çıktı. Ondan sonra Brüksel, Vaşington, Amman, Brezilya ve Moskova’ya tayin oldum. Bu süreçte yeni nesil TAC’lılarla da görüşme fırsatım oldu. En şaşırtan olaylardan biri Vaşington’da bulunduğum bir dönemde ilk defa tanıştığım bir kız öğrencinin bana ha bire ‘abi’ diye hitap etmesiydi. Sonradan anladım ki Tarsus’un ilk kız mezunlarındanmış. Dolayısıyla ‘abi’ demesini normal bulmaya başladım. Keza Ürdün’de büyükelçilik yaptığım dönemde Tarsus’tan folklor ekibi gelmişti onları Rezidans’ta ağırlama şerefine nail olmuştuk. Dünyanın farklı köşelerinde hep bir şekilde diğer TAC’lilerle yollarım kesişti.
Kariyerim boyunca Tarsuslu olmanın getirdiği özgüven ve eğitimden istifade ettim. Farklı kıtalarda da olsam sevgili sınıf arkadaşlarımla hiç kopmadık. Başka mezunlarla karşılaşınca önceden tanımasam bile hızlıca bağ kurabildim. Eagles’ın ‘Hotel California’ şarkısında dendiği gibi “You can check out any time you like but you can never leave.” Sanırım bu ifade TAC için de geçerli.
“Bu süreçte yeni nesil TAC’lılarla da görüşme fırsatım oldu. En şaşırtan olaylardan biri Vaşington’da bulunduğum bir dönemde ilk defa tanıştığım bir kız öğrencinin bana ha bire ‘abi’ diye hitap etmesiydi. Sonradan anladım ki Tarsus’un ilk kız mezunlarındanmış. Dolayısıyla ‘abi’ demesini normal bulmaya başladım. Keza Ürdün’de büyükelçilik yaptığım dönemde Tarsus’tan folklor ekibi gelmişti onları Rezidans’ta ağırlama şerefine nail olmuştuk. Dünyanın farklı köşelerinde hep bir şekilde diğer TAC’lilerle yollarım kesişti.”
Bu arada şu genel deneyim ve izlenimlerimi de dile getireyim: Dışişleri mesleğinin ve ülkenizi yurt dışında temsil etmenin gurur verici tarafları da var, ailenizden ve çevrenizden uzun süre uzak kalma gibi olumsuz sayılabilecek yönleri de var. Diplomasi kariyerini düşünebilecek arkadaşların bu hususu da göz önünde bulundurmaları lazım. Hele bizim gençlik yıllarımızda, bazen Türkiye’ye bir telefon bağlatmak 10 gün sürüyordu, belirli coğrafyalarda. Keza çocuklar için de olumlu ve olumsuz yönleri var. Olumsuz yönü, bu çocukların görev için üç-dört yıllığına gittiğimiz ülkede arkadaşlar edinmeleri ve fakat görev süresi sonunda o arkadaşlardan ayrılmaları, yani sürekli ortam değiştirmeleri. Olumlu yönü ise, dünyaya, olaylara, kültürlere geniş açıdan bakabilmeleri.
Dışişleri mesleği de her zaman güllük gülistanlık olmuyor tabii. İki ülke arasında anlaşmazlık olabiliyor. Çok taraflı diplomasi yapılan bir uluslararası örgütte görevlendirildiyseniz (ben Avrupa Konseyi’nde ve NATO’daki tayinlerimde tamamen çok taraflı diplomasinin içinde bulmuştum kendimi) o zaman ikili diplomasiye ilaveten çok taraflı diplomasinin, zaman zaman oldukça karmaşıklaşabilen yöntemlerine de uyum sağlamanız gerekecektir. Yine de diplomasi mesleğini ileride düşünen arkadaşların, öncelikle Dışişleri Bakanlığı web sitesinden ‘personel’ bölümüne girip, Dışişleri Giriş Sınavlarında hangi şartlar arandığını (hangi okulların veya bölümlerin mezunlarının sınava girebileceği), hangi ders müfredatından sorular sorulacağını öğrenebilirler. Hatta geçmiş yıllarda çıkan sorulardan da örnekler verilmektedir aynı web sitesinde, bu da hazırlanmak isteyen arkadaşlara yardımcı olacaktır.
Son bir sözüm: Tabii ki dış politikada ülke menfaatlerini gözeteceğiz ve kırmızı çizgilerimizin aşılmasına karşı mücadele edeceğiz. Ancak günlük hayatta, bunların dışında da geniş bir alan bulunmaktadır. Bu gibi durumlarda bir ülkeyle ilişkileri sıfır toplamlı görmemek lazımdır. Yani onun kazancı benim kaybım, benim kazancım onun kaybı diye konuya yaklaşmamak lazım. Daha çok kazan-kazan çerçevesinde bakmak lazım. Diğer ülkelerle ortak noktaları, ortak çıkarları bulup, bunların üzerinden gitmek lazım. Aynen ‘sinerji’ kavramının tanımı gibi: 2 + 2’nin 4 değil, 5, veya 6, veya daha yüksek bir rakam olması gibi. (Tabii her zaman kırmızı çizgilerin aşılmasına karşı çıkmak kaydıyla).
Büyükelçi (E) Hüseyin Diriöz’ün diplomasi geçmişi:
1973 yılında TAC’den mezun olduktan sonra eğitimine Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde (SBF) devam etti. 1977 yılında üniversiteden mezuniyetinin ardından Virginia Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler master derecesi aldı. Ardından 1980 yılında Dışişleri Bakanlığına girdi 2021’de emekliliğine kadar aşağıdaki görevlerde bulundu:
1982-1984, Kabil Büyükelçiliği/Afganistan, İkinci Katip/Başkatip
1984-1987, Avrupa Konseyi Nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği/Strazburg-Fransa, Başkatip/Müsteşar
1987-1988, NATO Savunma Koleji, Roma/İtalya
1988-1989, Dışişleri Bakanlığı/Ankara
1989-1993, NATO Daimi Temsilciliği/Brüksel, Müsteşar
1993-1996, NATO Uluslararası Sekretaryası, Brüksel
1996-1998, Dışişleri Bakanlığı, Ankara
1998-2000, Vaşington Büyükelçiliği, Elçi-Müsteşar
2000-2004, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Ankara
2004-2008, Amman Büyükelçisi, Ürdün
2008-2009, Dışişleri Bakanlığı Orta Doğu Genel Müdürlüğü, Ankara
2009-2010, Cumhurbaşkanı Dışişleri Başdanışmanı
2010-2013, NATO Genel Sekreter Yardımcısı (Savunma Planlaması ve Politikası), Brüksel
2013-2016, Brezilya Büyükelçisi, Brezilya
2016-2019, Moskova Büyükelçisi, Rusya Federasyonu
2019- 2020, Dışişleri Bakanlığı, Ankara
(Bu yazı ilk olarak BizLetter Haziran sayısında yayımlanmıştır. Buradan ulaşabilirsiniz.)