Minerva BHR, sağlıktan küresel iklim krizine, doğaya verilen zararın geri dönülmez boyutlara erişmesinden iş yaşamındaki insan hakları ihlallerine kadar zor bir dönemden geçilen günümüz koşullarında, dünyanın kaderini büyük oranda kontrolleri altında tutan şirketlerin farkındalık sahibi olarak aksiyona geçmelerinde bir nevi baykuşluk görevi yapıyor. İzmir Amerikan Koleji mezunlarından Dr. Çiğdem Çımrın’ın (ACI’04) ortağı Dr. Pınar Kara ile birlikte kurucuları arasında bulunduğu Minerva BHR’ın temeli, sorumlu iş yapma bilincini sürdürülebilir kılmaya ve bunun Türkiye’de savunuculuğunu yapmaya dayanıyor.
Öncelikle, tüm mezunlarımızın sizi biraz daha iyi tanıyabilmesi için aldığınız eğitim ve kariyeriniz hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?
Büyük bir gururla okuduğum İzmir Amerikan Kolejinin 2004 mezunuyum. ACI sonrasında önce Ankara’ya, Bilkent Üniversitesine Hukuk Lisans çalışmalarım için taşındım ve sonrasında (Hollanda Leiden Üniversitesindeki Uluslararası Yatırım Hukuku alanında yüksek Lisans-LLM eğitimim için geçirdiğim iki yıllık süre dışında) İstanbul’da yaşamaya başladım. Uzun bir süre çok uluslu hukuk bürolarında kıdemli danışman olarak çalıştım. Bu arada Bilgi Üniversitesinde Kamu Hukuku (İnsan Hakları) alanında burslu olarak doktora çalışmalarımı yürüttüm. 2020 yılında “Şirketlerin İnsan Hakları Sorumluluğuna Hak Temelli Bir Yaklaşım: İnsan Hakları Durum Tespiti” konulu tezimle doktora çalışmalarımı tamamladım. Bu arada Amerikan Barolar Birliği Hukukun Üstünlüğü Girişiminde gönüllü olarak görev aldım ve Suriyeli sığınmacılara Türk hukuku çerçevesinde hak ve özgürlükleri konusunda farkındalık eğitimleri verdim. Açıkçası kurumsal avukatlık yaparken insan hakları hukuku alanında doktora yapmaya karar vermem herkesi şaşırtan bir karar olmuştu. Benim için ise doğal bir yönelimdi; zira, insan haklarına yönelik tutkum ACI’da MUN Kulübündeyken başlamıştı. Sonra 2016’da kurumsaldan ayrılarak CCLegalCo’yu kurdum ve uluslararası STK’lara danışmanlık verdim. Şirketlerle de insan hakları uyum konuları bağlamında çalışmaya başladım. Üç yıl boyunca “Save the Children”ın kâr amacı gütmeyen bir işletme olarak kurduğu Hong Kong merkezli The Centre for Child Rights & Business’ın Türkiye Bölge Yöneticiliğini yaptım. Geçtiğimiz seneyse, birlikte doktora yaptığım arkadaşım Av. Dr. Pınar Kara’yla birlikte İş Dünyası ve İnsan Hakları Derneği (Minerva BHR) ve bir yönetim danışmanlığı şirketi kurduk. Şu an odağımız Minerva BHR ile şirketlerin sorumlu ve sürdürülebilir işletme davranışını teşvik ederek onların insan haklarına saygılı bir şekilde faaliyetlerini sürdürmelerini sağlamak ve bu vesileyle, Türkiye’nin insan hakları karnesini iyileştirip uluslararası tedarik zincirlerinde rekabetçiliğini artırmak.
Minerva BHR’nin hangi ihtiyaçlara istinaden doğduğunu ve kurucular arasında yer alan Dr. Pınar Kara ile nasıl bir yol haritası çizdiğinizi öğrenebilir miyiz?
21. yüzyıl dünyasında modern kölelik, zorla çalıştırma, çocuk işçiliği, ayrımcılık gibi insan onuruyla bağdaşmayan uygulamaların şirket faaliyetleri kapsamında gerçekleştirilmesi kabul edilemez. Kabul edilebilir olmadığı gibi şaşırtıcı da değil. Zira, 70’li yıllardan itibaren küreselleşme ve deregülasyonu destekleyen kamu politikalarının ortaya çıkardığı manzara, insan haklarını koruma, saygı, teşvik etme ve yerine getirme ödevlerinin asli sahibi olan devlet erkinin (özellikle de gelişmekte olan ülkeler bakımından) zayıfladığı ve bu ödevlerinin gereklerini yerine getiremediği bir tabloyu ortaya koyuyor. Devleti ana odağına koyan geleneksel insan hakları anlayışı, özellikle şirketlerin ihlallerine karşı hak sahiplerini korumada ve mağdurların adalete erişiminde yetersiz kaldığını gözlemliyoruz. Bu problemi hukuktan ayrı düşünmemiz mümkün değil. Çünkü toplumsal yaşam düzeninin var olması her zaman hukuka bağlı. Bu problem uzun yıllardır şirketlerin gönüllülük esasına binaen tasarladıkları kurumsal sosyal sorumluluk projeleriyle bir nevi hayır işleri üzerinden yönetilmeye çalıştı; ancak, başarısız oldu. Zira, şirket faaliyetleri temelli insan hakları ihlalleri katlanarak devam etti, ediyor. Son birkaç yıldır başta Avrupa Birliği ve Fransa, Almanya gibi gelişmiş ülkelerin kendi iç hukuklarında şirketlerin tedarik zincirlerinde insan hakları ve çevresel uyum konularını düzenlemeye başlaması, etik ve gönüllülük esasıyla süregiden ve artık bir yara bandı etkisi dahi yaratmayan çalışmaların hak odaklı bir temele taşınmasını hukuken zorunlu kılıyor. Minerva BHR aslında tam olarak bu gelişmelerle birlikte doğan ve doğacak ihtiyaçlara cevap vermek için kuruldu. Ortağım Pınar ile birlikte çizdiğimiz yol haritasının temeli, sorumlu iş yapma bilincini sürdürülebilir kılmaya ve bunun Türkiye’de savunuculuğunu yapmaya dayanıyor.
“Devleti ana odağına koyan geleneksel insan hakları anlayışı, özellikle şirketlerin ihlallerine karşı hak sahiplerini korumada ve mağdurların adalete erişiminde yetersiz kaldığını gözlemliyoruz. Bu problemi hukuktan ayrı düşünmemiz mümkün değil. Çünkü toplumsal yaşam düzeninin var olması her zaman hukuka bağlı. Bu problem uzun yıllardır şirketlerin gönüllülük esasına binaen tasarladıkları kurumsal sosyal sorumluluk projeleriyle bir nevi hayır işleri üzerinden yönetilmeye çalıştı; ancak, başarısız oldu. ”
Minerva BHR’nin sitesinde kuruluş hikâyesi anlatılırken, “Minerva’nın baykuşu, alaca karanlıkta uçmaya başlar” deniliyor. Alaca karanlığın bertaraf edilip aydınlığa ulaşılmasında Minerva’nın üstlendiği rol nedir?
Hegel’in Hukuk Felsefesi eserinin ön sözünde Minerva’nın baykuşunun temsil ettiği bilgeliğin ışığında, ancak en zor ve karanlık zamanlardan sonra parlak anların ve büyük keşiflerin ortaya çıkabileceği söylenmektedir. Dünya gerçekten de uzun süredir geçirmediği kadar zor günler geçiriyor. Sağlık problemleri, küresel iklim değişikliği ve doğaya verilen tahribatın geri dönülemeyecek raddeye gelmiş olması, insan hakları ihlallerinin gelişmişlik seviyemizle doğru orantılı ilerlemesini beklerken ne yazık ki bu dereceyi ucundan bile tutturamamamız… Her anlamda zor günler. İşte biz de kendimizi tam bu noktada var etmemiz gerektiği kanaatine vardık. Bu zor ve karanlık zamanlardan aydınlığa çıkmak için her insan gibi sorumluluklarımızı fark edip, eğitim ve bilgi birikimimizden beslenerek, dünya ekonomisini ve bir anlamda dünyanın kaderini büyük oranda kontrolleri altında tutan şirketlerin farkındalık sahibi olarak aksiyona geçmelerinde bir nevi baykuşluk görevi yapıyoruz.
Odağına insan hakları ve iş dünyasını alan Türkiye’deki ilk sivil toplum kuruluşu olmanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?
Büyük bir sorumluluk üstlenmekteyiz aslında. Bu bir yandan gurur verici, bir yandan da stresli bir durum. Çok geniş kapsamlı ve kritik önem taşıyan bir alanı ülkemizde tanıtmaya çalışıyoruz. Şirketler, insan haklarıyla birlikte anılmaktan çekiniyorlar. Biz bu ön yargıları kırmaya çalışıyoruz. Kamuya yönelik yürüttüğümüz çalışmalarda da bu alanla ilgili farkındalığı artırmaya ve kamu-özel-sivil toplum arasındaki diyaloğu geliştirmeye çabalıyoruz.
Odaklandığınız konular, toplumsal diyalog ve çalışma barışını sağlamada nasıl bir öneme sahip?
Toplumsal diyaloğun ve çalışma barışının sağlanması için öncelikle insanların bilinçlendirilmesi, ardından da gerekli sosyal mekanizmaların kurulması ve bu direktiflerle etkin bir şekilde çalışma yaşamının kurgulanması gerekiyor. Biz bizzat bu mekanizmalardan biriyiz ve bu konularla ilgili çeşitli aktörleri bir araya getirerek süreci yürütüyoruz. Herkesin elini taşın altına koymasına ve insan haklarına yönelik politikaları benimsemesine gayret ediyoruz. Üretim aşamasında yer alan herkesin çalışma şartlarının hukuka ve insan haklarına uygun olması asıl hedefimiz. Bunu takiben de hukuki düzenlemelerin getireceği belirlilik ve güvenilirlikle daha adaletli ve yaşanılabilir bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyoruz. Bu yüzden insanları etkileyen birçok alana bütüncül bir bakış açısıyla odaklanmak bizim için çok önemli.
“Çalışmalarımız temelde iki koldan yürüyor: ilk olarak daha akademik perspektiften kazanım sağlamayı hedeflediğimiz işler var, ikinci olarak da proje bazlı saha ve raporlama çalışmaları yapıyoruz. Oxford Üniversitesiyle birlikte “Şirketlerin İnsan Hakları İhlalleriyle ilgili Özel Hukuk Sorumluluğu El Kitabı”nın Türkiye bölümünün hazırlığını tamamladık. UNICEF ile pamuk ve hazır giyim tedarik zincirlerindeki çocuk hakları farkındalığına ilişkin bir analiz gerçekleştirdik.”
Kurulduğunuz Temmuz 2021 tarihinden bugüne kadar yürüttüğünüz çalışmalardan kısaca bahsedebilir misiniz?
Çok genç bir STK olmamıza rağmen geriye dönüp baktığımızda ne kadar büyük ilerleme kaydetmiş olduğumuzu görüyoruz. Çalışmalarımız temelde iki koldan yürüyor: ilk olarak daha akademik perspektiften kazanım sağlamayı hedeflediğimiz işler var, ikinci olarak da proje bazlı saha ve raporlama çalışmaları yapıyoruz. Oxford Üniversitesiyle birlikte “Şirketlerin İnsan Hakları İhlalleriyle ilgili Özel Hukuk Sorumluluğu El Kitabı”nın Türkiye bölümünün hazırlığını tamamladık. UNICEF ile pamuk ve hazır giyim tedarik zincirlerindeki çocuk hakları farkındalığına ilişkin bir analiz gerçekleştirdik. Uluslararası iş dünyası ve insan hakları çerçevesine uyumun izlenmesi için Etkiniz AB Programı’yla istihdam, kadın, çocuk ve çevre perspektifinden iş dünyası ve insan haklarını değerlendiren raporlamalar yaptık. Uluslararası Çalışma Örgütü ve UNDP ortaklığıyla Türkiye’deki sorumlu işletme davranışıyla ilgili yasal düzenlemelere ilişkin ön değerlendirme analizini tamamladık. UNDP ve Japonya Hükûmeti iş birliğinde ise, Türkiye’deki iş dünyası ve insan hakları gündemini desteklemek için ulusal makamlar, şirketleri, tedarikçileri ve ortaklarının insan haklarına özen gösterme konusunda desteklenmesine yönelik sorumlu iş dünyası uygulamalarını güçlendirme çalışmalarımıza devam ediyoruz. Yürüttüğümüz projeler bağlamında gerçekleştirdiğimiz saha çalışmaları kapsamında ise, tedarik zincirlerinin bir bölümü Türkiye’de bulunan, büyük bir çoğunluğu Avrupalı olmak üzere yurt dışı merkezli şirketlerin tedarik zincirlerinde insan hakları riskleriyle ihlallerini önlemek ve ihlallere yönelik iyileştirici çözümler geliştirmek üzere insan hakları durum tespiti ve uyum çalışmaları yürütüyoruz. Bu kapsamda Türkiye’deki tarım tedarik zincirindeki çocuk işçiliğiyle mücadele etmek amacıyla projeler gerçekleştiriyoruz. Örneğin, Akdeniz bölgesinde mevsimlik tarım işçisi ailelerin çalışırken kalacakları güvenli yerleri olmaması sebebiyle güvenlik ve sağlık riskleriyle karşı karşıya kalan ve eğitime erişemeyen çocukları, olası risklerden uzaklaştırarak psikolojik, sosyal ve kültürel gelişimlerine katkı sunmayı hedefleyen bir projeyi geçtiğimiz iki yıllık dönemde yürüttük. Amacımız, farklı kültürlerden gelen dezavantajlı ailelerin çocukları için tasarladığımız bu çocuk odaklı psikososyal destek ve eğitim merkezi modelini pilot olarak kabul edip, sivil toplum, kamu ve özel sektör iş birliğinde diğer tarımsal tedarik zincirlerinde de yaygınlaştırılabilecek örnek bir model olarak uygulamayı hedefliyoruz. Çalışmalarımızla ilgili daha fazla bilgi almak ve destek olmak isteyenler http://www.minervabhr.org ve cigdem@minervabhr.org adreslerinden ulaşabilirler.