Mezuniyetlerinin 75’inci yılını okul kampüsünde buluşarak birlikte kutlayan Suna Tur Taner (UAA’48) ve Fatma Nuran Aka Alson (UAA’48) Üsküdar Amerikan Lisesinin dimdik ayaktaki gerçek çınarları.
Böyle iki kıdemli mezunu bir arada görmek gerçekten çok heyecan verici. Hep okullarımızın köklü tarihinden bahsederiz, sizler bu tarihin yaşayan tanıklarısınız. İsterseniz sohbetimize Nuran Hanım'ı tanıyarak başlayalım.
Fatma Nuran Aka Alson: Ben okulu bitirince birkaç sene sonra Yardımseverler Derneğinde çalışmaya başladım. Bağışlarla ihtiyacı olana ailelere yardımlar yapıyorduk. O zamanlar gerçekten çok fakirlik vardı. Ben de Sarıyer Şubesi'nde çalışmaya başladım. Teyzem de orada oturuyordu. Sanıyorum 1950 yılıydı. O gün bugün çalışıyorum. Sarıyer Şubesi'nin başkanıyım. O zamanlar yaptığımız yardımlar daha ziyade giysi, yemek, gıda olurdu. Son zamanlarda artık en mühim yardım eğitime yapılan yardımdır. Bundan sonra talebelere destek oluyoruz. Bu seneye kadar 63 tane talebeye destek oluyorduk. Depremden sonra şimdi 93 oldu. Hepsi çok güzel okuyorlar.
Üsküdar Amerikanlı olmak ne ifade ediyor, hayatınıza neler kattı?
Bugün burada birçok şey konuşuldu. Çok doğru hep söyledikleri. Ama burada sevgi öğrettiler. Sevgi, onu söylemedi kimse. Hakikaten sevgi var burada. Herkes birbirini sever. Yalnız insan sevmek değil, hayvanı seveceksin, ağacı seveceksin, otu seveceksin.
Arkadaşlarınızla görüştünüz mü bu 75 yıl boyunca? Nasıl bir ilişkiniz oldu?
Zaman zaman oldu ama kimisi evlendi başka memlekete gitti. Kimisi hastalandı, gelemedi. Yani kalan en son arkadaşlarım üç beş kişi kaldık. 27 kişiydik mezun olduğumuz zaman.
Peki, okulda hatırladığınız sizin döneminizde kimler var? Hangi öğretmenleri hatırlıyorsunuz?
Semiha Malatyalıoğlu vardı. Çok kıymetli, çok Atatürkçü. Çok severdi beni. Türk müdürdü. Tarih ve coğrafya dersine gelirdi. Ben Üsküdarlıyım, mezun olduktan sonra da okulun önünden geçerken görürdüm bazen.
Okulu biliyordunuz yani?
Şimdi soruyorlar, sen nereden geldin, nasıl öğrendin okulu diye. Ben Üsküdar'da Vahitpaşa Köşkü’nde doğdum. Teyzem, büyük teyzem, herkes orada doğmuş. Biz neredeyse hepimiz, çoluk çocuk orada doğmuşuz. Orada doğduk, büyüdük. Evimize yakın Salacak Plajı vardı o zaman. Şimdi yok, oraları hep ev olmuş, yol geçmiş oradan. Her sabah arkadaşlarla, ki bazıları bu okuldandır, gider toplanırdık. Plaja inerdik. Bazen yüzerdik, bazen de ne yapalım derdik. Hadi bugün Kız Kulesi'ne yüzelim deyip Kız Kulesi'ne yüzerdik. Kız Kulesi'nin oradaki evin içini biliyorum, ama o zamanki halini biliyorum. Şimdi çok tamirat yaptılar. Sonradan hiç güzel olmamıştı ama şimdi kubbesi tamam olmuş en azından. Ama içini bilmiyorum. Yüzerdik oraya. Bekçi vardı, karısı vardı, çocukları vardı. Bekçi çocuklarını okula götürür getirirdi. Biz de orada karısıyla sohbet ederdik. Oraya yüzmek kolay tabi, Üsküdar'dan atladığın zaman Beşiktaş'a doğru bırak kendini. Akıntı atar kulenin oraya sizi. Fakat dönüş... Nasıl döneceğiz? Şimdi, gelen akıntı ikiye bölünüyor kuleye çarpınca. İki tarafında akıntı böyle gidiyor. Çok koyu, sert bir akıntı. Şimdi, oraya düşmeden önden atlayacağız. Allah'ım, arkaya kaçarsak yandık. Bütün şeyler orada, karışık akıntılar var... Fakat, bu taraftan Üsküdar'a doğru yürüyebilirsen, kollara kuvvet, yüz de yüz. Kırk dakika falan sürerdi dönmemiz. Giderken bir iki dakika. Her gün giderdik plaja, oradan çıkınca yanımızda torba, sepet götürürdük. Midye toplayacağız içine. Şimdi bugünkü midyeleri yemem, ama o zamanlar bu kadar koca koca midyeler, tertemiz. Orada Bizans zamanından kalma bir iskele varmış. İskele yıkılmış. Sadece ayakları kalmış orada. Bazı yerler düz, bazı yerler merdiven gibi. Biz oraya giderdik. Suyun dibine yerleştirirdik sepetimizi. Sonra başlardık dalmaya. Her dalışımızda akıntı midyesi çıkar işte bu kadar ya da küçük çıkar, ya da orta çıkar, artık ne çıkarsa. Sonra afiyetle yerdik.
“Ben bugünkü çocuklara Atatürk'ün yolundan ayrılmamayı söylerim. Atatürk gibi bir örnek dünyada kimsede yok. Bir eşi yok onun. Atatürk çocuğuyum ben.”
Sizin Boğazı yüzerek geçtiğinizi duyduk?
O bayağı bir cesaretmiş yani. Dediğim gibi çok yüzerdim o zamanlar. Bir keresinde canımız sıkıldı. Ne yapalım? Ne yapalım? Sarayburnu'na yüzelim dedik. Şemsi Paşa'dan Sarayburnu'na. Yüzdük geçtik. Bizi görenler geldiler, biriktiler oraya. Kim bu gelenler deli midirler, nedirler diye… Tam çıktık oraya bir arkadaş da sandalla yanımızdan geliyordu. Yalnız bırakmayayım diye. Dönerken sen küreği kaçır elinden. Kürek aldı başını Ağırkapı’ya doğru gidiyor. Sandal da kürek olmazsa gitmez ki. Hadi bakalım, yeni baştan atladık suya küreğin peşine.
Resim yapıyor ve piyano da çalıyormuşsunuz?
Resim yapıyorum hala. Lisede konserlere giderdim. Piyano da çalıyorum. Lisede de piyano çalıyorum, ama bir İdil Biret değilim yani. Ama gençlik, ben kendimi öyle zannediyorum. Hocalar da şöyle iyisin, böyle iyisin, yaparsın diyorlar. Konservatuvar sınavlarına gireyim dedim. Beethoven’un 1. Piyano Konçertosunu çalıştım. Dedim ki, onu çalarsam herhalde beni kabul ederler. Olmadı tabi, o defteri kapattım. Piyano yine çalıyorum ama öyle konser seviyesinde değil. Ama okulda çok çalardım.
Gençlere neler söylemek istersiniz?
Ben bugünkü çocuklara Atatürk'ün yolundan ayrılmamayı söylerim. Atatürk gibi bir örnek dünyada kimsede yok. Bir eşi yok onun. Atatürk çocuğuyum ben. Atatürk öldüğü zaman ben İlkokulun 2. sınıfındaydım. O ne törendi Allah'ım. Bizim evde nasıl bir matem. Annelerimiz, biz, babalarımız evde kim varsa, ağlıyor millet yani. Öyle bir matem. Atatürk yolundan ayrılmayın, onun dediklerinden çıkmayın. En doğruyu söyleyen odur.
“Müdiremiz Miss Martin, fevkalade bir hanımefendiydi. Olgun, çok anlayışlı bir kadın her hususta. Türk Müdürümüz Semiha Hanım, coğrafya hocamızdı. Biraz daha sert, otoriterdi, ondan daha bir çekinirdik. Süheyla Hanım vardı Tarih hocasıydı. Yatakhaneye bakan Miss Kondayan vardı. Hepsinden çok yakınlık gördük.”
Suna Hanım sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
Suna Tur Taner: Efendim ben Zonguldak doğumluyum. İngilizceye o kadar meraklıydım ki inanır mısınız ilkokuldayken Londra radyosunu açardım, İngiltere radyosunu. İngilizce konuşmaları, haberleri dinlerdim. Müzik dinler gibi dinlerdim ve o zaman daha ilkokuldayım. Neyse, ilkokulda İngilizce öğreneceğim diye aklıma koymuştum. Zonguldak'ta bu imkân yoktu. Halam İstanbul'da otururdu. Dediler ki İstanbul'da koleje verelim. Önce Arnavutköy Kolejine müracaat edildi. Kayıtlar dolmuştu, geç kalmıştık. Orada dediler ki Üsküdar'da bir kolej var. Orada da İngilizceyi çok güzel öğretiyorlar dediler. O zaman biraz üzülmüştüm açıkçası. Ama halamlar Suadiye'de oturuyordu. Üsküdar’dan hafta sonları Suadiye'ye gideceğim. Semt de uygun olunca Üsküdar’a karar verdik. Tabi yatılı okumam lazım. İlk 1-2 sene çok yalnızlık çektim. Ama hemen arkadaşlıklar oldu, ablalar çok yakınlık gösterdiler. Ama biz de uyumlu çocuklardık. Öyle huysuzluğumuz yoktu. Ama azıcık zorlu, hasretli 2 sene geçirdim. Yazları hemen gidiyordum Zonguldak’a. Neyse, ondan sonra çok alıştım. Hakikaten değişik bir havası olan bir okul burası. Bilmiyorum, daha bir samimi...
Hocalarınızdan hatırladığınız var mı?
Müdiremiz Miss Martin, fevkalade bir hanımefendiydi. Olgun, çok anlayışlı bir kadın her hususta. Türk Müdürümüz Semiha Hanım, coğrafya hocamızdı. Biraz daha sert, otoriterdi, ondan daha bir çekinirdik. Süheyla Hanım vardı Tarih hocasıydı. Yatakhaneye bakan Miss Kondayan vardı. Hepsinden çok yakınlık gördük. Biz de o zaman, şimdiki gençler gibi asi değiliz. Daha uysalız, daha uyumluyuz. Ayrıca da dediğim gibi ben İngilizcenin pek hayranı olduğum için daha çok hoşuma gitti okul. Çok rahat seneler geçirdim. Bir iki sene yatılılığın biraz hasreti çöktü. Bütün sene evden uzak olmak o yaşta zordu. Ama her hafta sonu Suadiye'ye, halamlara çıktım. Onlar beni aldırıyorlardı, getiriyorlardı. İmkânları vardı. Çok güzel arkadaşlıklarımız oldu. Yatılı olduğumuz için daha bir kaynaştık. Çok güzel, aile gibi olduk. Birbirimizi çok sevdik. Kafa dengi olanlar hep beraber olduk.
Okuldan sonra neler yaptınız?
Okuldan sonra Zonguldak'a döndüm. Zonguldak Çelikel Lisesinde İngilizce öğretmeni yokmuş o sırada. Babam biraz mutaassıp sayılırdı. Pek lüzum görmedi bu işi. Ama ben bir buçuk sene yaptım öğretmenliği. Ondan sonra orada evlendim. Hemen ilk kızım doğdu. Sonra ikinci kızım oldu. Bu arada torunum da bu okuldan mezun. Eşim mimardı. Çok genç yaşta bir trafik kazası geçirdi. Maalesef onu kaybettim. Ancak onu kaybetmeden önce de çalışmam gerekti. Aile durumu biraz öyle icap etti. Serbest çalışıyordu kocam. Ben de yardımcı olmak için Ereğli Demirçelik Fabrikalarında işe girdim. Eşim oralıydı. Eşimin vefatından sonra artık Ereğli’de kalamadım. İstanbul'daki ofise naklimi istedim ve buraya taşındık. Ondan sonra da Ereğli Demirçelik'ten emekli oldum.
Okul hayatınıza neler kattı?
Bilmiyorum tabi bunu etraf daha ziyade değerlendirecektir. Ama herhalde, saygılı, sevgili, ülkesine, ailesine bağlı, sorumluluk sahibiyiz diye düşünüyorum. Yani önce benim olsun da ne olursa olsun değil. Bilakis önce etrafımız rahat etsin, sonra biz rahat edelim, diyoruz. Bende böyle bir duygu var. Pek akıllıca bir şey değil. Ama kendimi düşünen bir durum olmuyor. Ama öyle rahat ediyorum. Ayrıca burada çok iyi arkadaşlarımız oldu. Kardeş gibi büyüdük. İnanın başka türlüydü buranın havası. Bizim birbirimizin kafası mı uygundu bilmiyorum. Bizim sınıf pandemiden önceye kadar her ay önce evlerde, sonra restoranlarda toplanıyordu. Hiçbir zaman ayrılmadılar. Hala birbirimizi ararız, sorarız. Çok güzel bir arkadaşlığımız oldu. Bunca sene geçti, işte böyle çok şükür kalanlarımız ayaktayız şimdilik.
Son olarak sorayım en kıdemli mezunlar olarak genç mezunlara neler söylemek istersiniz?
Vallahi önce çok iyi bir okuldan mezun oldular. Teşekkür etsinler. Hocalarını hiç unutmasınlar. Biz hep hatırlıyoruz çünkü. Ailelerine düşkün olsunlar. Ve ülkelerine de yapabildikleri kadar yardımcı olsunlar. Medeni bir Türkiye tesisi için gayret etsinler. Çünkü bu gayretlere ihtiyacımız var.
Mezuniyetinizin 75. yılında okulda buluşup gençlerle birlikte ayakta kutluyorsunuz, bu enerjinizin sırrı nedir?
Suna Tur Taner (UAA’48): Vallahi bilmiyorum. Biraz genetik olabilir. Benim annem 106 yaşında vefat etti. Ben de doksanı geçtim. Ama ayaktayım. Bilemiyorum yani fazla bir gayret de sarf etmedim. Sigara içmedim. İçkiye merakım yok. Ağır yemekler yemem. Ama hareketim çok. Yürüyüş de seviyorum. Evde de çok hareketliyim hiç oturamıyorum. Kızlarım hep diyor, dinlen niye kalkıyorsun. Tamam ama mutfakta bir şey aklıma geliyor. Hemen. Halbuki acelesi yok hiç. Bu mu acaba ayakta tuttu bizi… Çocuklarım hiç üzmediler. Çok iyi evlatlarım oldu. Bilmiyorum…
Fatma Nuran Aka Alson (UAA’48): Allah tarafından kaldım böyle işte. Her şeyi yaşadım. Hiçbir şeyden eksik kalmadım. Niye şurada olmadın, niye şöyle gittin, demedim. Allah'ım bana öyle güzel bir ömür verdi ki. Gördüm, yaşadım, denedim. Çocuklarım oldu. İki tane kızım, bir tane oğlum var… Ne diyeyim, daha ne isteyeyim…