Mesleğini Amerika’da sürdüren ve oradan depremzedelere çevrim içi destek veren Psikolog Sibel Gülgönen Özer (UAA’88) deprem gibi büyük afetler sonrasında yaşanan psikolojik sorunların atlatılmasında yardım ve dayanışmanın önemine dikkat çekiyor. Özer, depremzedeler için değişmeyen tek ihtiyacın diğer insanlardan gelen destek olduğunu söylüyor.
Mezunlarımızın sizi daha yakından tanıyabilmesi amacıyla ilk olarak UAA sonrası eğitim hayatınızdan ve kariyerinizden bahsedebilir misiniz?
UAA’dan 1988 yılında mezun olduktan sonra üniversite eğitimi için Amerika’ya ilk gittiğimde, niyetim Türkiye’ye geri dönmekti. Uluslararası ilişkiler okuduğum dönemde sağlık sektörüne olan ilgimi yeni yeni keşfetmeye başlamıştım, ama yolumu bulmam iki yüksek lisans eğitiminden geçmemi gerektirdi. Bazılarımız genç yaşta ne yapmak istediği konusunda netler, bazılarımızın yolu ise daha alengirli oluyor. Önce genetik danışmanlık konusunda uzmanlık yaptım, sonra da Boğaziçi Üniversitesinin Klinik Psikoloji Bölümünü tamamladım. Eşim Kağan Özer ile uzmanlığımızın son yılında tanıştık ve evlendik. İlk oğlumuz Aksel, henüz 1 yaşını doldurmadan Gölcük depremi olunca ikimizin de uzmanlık alanı travma odaklı oldu. Hem İsrail hem de Amerika’dan gönüllü travma uzmanları Türk psikologlarını eğitmek için geldiler. Kağan ortopedi dalında, ben de psikolog olarak depremzedelere hizmet verdik. Onun niyeti oldum olası Amerika’ya yerleşmekmiş, Cleveland Kliniğinden teklif gelince biraz da depremin etkisiyle taşınma kararı verdik. Amerika’daki ilk yıllar benim için zordu, çünkü psikoloji eğitimimin geçerliliğinin olmadığı bir eyalette idik. Dört yıl içinde üç eyalet değiştirdik. Bu arada ikinci oğlumuz Onat doğdu. Benim üçüncü master eğitimini tamamlayıp geçerlilik kazanabilmem, 2007’yi buldu. Amerika’da olmak travma alanında başlayan uzmanlığımı derinleştirmeme, sanat terapisinde eğitilmeme imkân sağladı. Yıllar içerisinde ağır travmalara maruz kalmış kişilere yardımcı olabilmek benim için çok doyurucu, anlamlı bir meslek hayatı sağladı.
6 Şubat depremlerini duyduğunuzda neler hissettiniz?
6 Şubat depremi, herkes gibi bizi de derinden etkiledi. İlk birkaç gün danışanlarımın tamamı Türkiye’deki gelişmelerden haberdar oldular. Her ne kadar özel hayatımızı terapi sürecinin dışında tutmaya gayret etsek de böylesi bir etkinin sebebini saklamak mümkün olmuyor. Yürek acısı hayatın zorluklarına mesafeli kalarak azaltabildiğimiz bir şey. Mesleğimizse tam tersine kalbinizi bu acılara açmayı gerektiriyor. Yani biraz itfaiyecilerin yangının üzerine üzerine koşmaları gibi. Gariptir, depremden haberi olan iyi kalpli insanların ilk sorduğu hep aile ve yakınlarımızın iyi olup olmadığıydı. Çok doğal ve anlaşılabilir bir soru olmasına rağmen beni hep sinirlendirmiştir, çünkü derinden etkilenmek ve hüznü paylaşmak için akrabalığa gerek olmadığını düşünüyorum.
Depreme maruz kalmış kişilerin ruh hâlini deprem anında ve sonrasında diye ikiye ayırmak gerekir diye düşünüyorum. Şoke durumundan travmaya giden süreçte deprem mağdurları neler yaşarlar?
Deprem anı ve sonrası arasındaki farka dair tespitiniz çok doğru. Tabii ki genelleme yapmanın sınırlılığına değinmek lazım. Özellikle insan ruhunu anlama gayretimizde kişilerin üzerindeki etkiler çok fazla faktörden etkilendiği için hemen hemen her doğrunun bir istinası oluyor. Ama genel olarak travmaya maruz kaldığımız anlarda, ön kortikal sistemlerimiz (düşünce üretme, analiz etme, anlamlandırma vs.) devre dışı kalıyor. Bunun biyolojik temeli yavaşlıklarıyla ilgili. Varoluşumuza tehdit oluşturan durumlarda evrimsel olarak hayvanlarla paylaştığımız, birincil süreç olarak adlandırdığımız, koruyucu mekanizmalar devreye giriyor. O nedenle travma bittikten sonra birincil süreçlerle algılanan olayların yüksek kortikal sistemlerin süzgecinden geçirilmesi zor oluyor. Örneğin deprem sonrası depremin bittiği bilgisi beynin mantık süreçleriyle algılanabiliyor, ama kişinin tüm bedeniyle, psikolojisiyle, diğer bir değişle tüm varlığıyla kendini emniyette hissedebilmesi mümkün olmayabiliyor. Kişiye ve deneyimlerine göre emniyet hissinin geri kazanılması bazen zaman, bazen de özel tedavi gerektirebiliyor.
Deprem gibi büyük afetler sonrasında en sık rastlanılan psikolojik sorunlar nelerdir?
Deprem gibi büyük afetler sonrasında en sık rastlanan psikolojik sorunlar; anksiyete, depresyon ve normal yüksek kortikal sistemlerin işlevlerindeki basit aksamalar oluyor. Örneğin konsantre olamama, unutkanlık, umursamazlık veyahut aşırı duygusallık ve dikkat eksikliği çok normal etkiler. Toplumun daha az bir yüzdesinde travma sonrası stres bozukluğu oluşabiliyor, ama bunun tanısının konması için dahi 3-6 ay geçmesi gerekiyor. Yani aslında normal olan akut dönemde psikolojik olarak tam normal olamamak. Büyük bir afete maruz kaldığımızda, bundan etkilenmiş olmak bir sağlık belirtisi. Çoğu zaman insanlar psikolojik sağlığın semptom eksikliği olduğunu düşünür, ama gerçekte birçok psikolojik bulgu duyarlı, açık yürekli ve kendini hayatın zor gerçekliklerine karşı koruma mekanizmalarıyla kuşatmamış, sağlıklı bir psikolojinin göstergesi.
Deprem yaşamış bir kişinin psikolojisine yönelik en iyi sonucu alabilmek için tedaviye ne zaman başlanılmalı?
Depremin hemen ardındaki ihtiyaçlar sonrasına göre daha farklı ama hepsi çok değerli. Çoğu insan zaten içgüdüsel olarak depremin hemen sonrasında muazzam bir duyarlılıkla tanımadığı insanlara yardım elini uzatma isteği hisseder. Bazılarımız yüreklerimizi başkalarının acılarını dinlemeye açabilirken, diğerleri somut problemleri çözmeye yönelirler ki, ikisi de kendi içinde gerekli ve değerli. Herkesin yapabileceği en kolay şey, diğerine zaman ayırmak ve dinleme yetisine öncelik vermek. Genel olarak dinlemekten çok konuşmayı seviyoruz, psikolojik yüke şahit olmaktan çok, ortadan kaldırmak istiyoruz. Oysa ki en büyük ihtiyaç ilgi ve zaman. Bir diğerine dikkat kesilmek, verilebilecek en büyük hediyelerden. Psikologlar ve uzmanlar hem depremin hemen ardından hem de üzerinden zaman geçince yardım etmeye hazırlar. İhtiyaçlar değişebiliyor ama değişmeyen şey birbirimize verebileceğimiz destek. Sosyal hayvanlar olduğumuz için insanın iyileşme sürecinde diğer insanlara ihtiyaç duyduğu gerçeği değişmeyen bir faktör.
"Ama genel olarak travmaya maruz kaldığımız anlarda, ön kortikal sistemlerimiz (düşünce üretme, analiz etme, anlamlandırma vs.) devre dışı kalıyor. Bunun biyolojik temeli yavaşlıklarıyla ilgili. Varoluşumuza tehdit oluşturan durumlarda evrimsel olarak hayvanlarla paylaştığımız, birincil süreç olarak adlandırdığımız, koruyucu mekanizmalar devreye giriyor. O nedenle travma bittikten sonra birincil süreçlerle algılanan olayların yüksek kortikal sistemlerin süzgecinden geçirilmesi zor oluyor."
Başta depremler olmak üzere büyük doğal afetlerin toplumun genelinde yarattığı psikolojik tahribatı nasıl tanımlarsınız?
Büyük doğal afetlerin toplumun genelinde yarattığı psikolojik tahribatı aslında pandemi sürecinde beraber yaşadık. İnsan yapısı/doğası gereği güvende hissedebilmek için hayatın değişmez faktörü olan bilinmezliğe karşı bir sürü yöntem geliştiriyor. Özellikle bilgi birikimimizi artırarak geleceği tahmin etmeye çalışıyoruz. Bu tip afetler bizi bilinmezliğin gerçekliğiyle acımasızca yüzleştiren olaylar ve çoğumuz için sindirmesi kolay değil. Yarın, hatta bir sonraki anda ne olacağını bilememek çıldırtıcı bir gerçeklik. İnsan her an, bir an sonra ölebileceği bilinciyle nasıl huzur bulabilir? Diğer yandan mistik geleneklerin tümü bunun gerekliliğine işaret ediyor. Aslında belki de doğal afetleri bizi bilgeliğe, bilişsel olarak aydınlanmaya davet eden süreçler olarak da görebiliriz. Tabii ki bu işin felsefesi. Afet sonrası bir anda her şeyini kaybetmiş birine söylenecek bir şey değil. Bilgeliğin gerektirdiği çoğu zaman neyi, ne zaman söyleyeceğimizi ayırt edebilmek.
Depremlerde en önemli kayıplar canların yitirilmesi. Ancak geride kalanların barınacak evlerinin, kullanacak eşyalarının kalmaması; dolayısıyla hayat karşısında tamamen savunmasız olmaları onların psikolojilerini nasıl etkiliyor?
Her kayıp kendi içinde zor ve geçerli. Benim depremzedelerle çalışmaktan öğrendiğim, en zor kaybın insan kaybı olduğu ve psikolojik zorlukların fiziksel olanlardan daha zor yaşandığı. Bunu hem fiziksel hem finansal hem de insan kaybı olan kişilerden öğrendim. Maslow’un insan ihtiyaçlarının önceliğine dair bir teorisi var. En temel ihtiyacımızın fiziksel ihtiyaçlar olduğunu, bunun güven ihtiyacı sonra da sevilme ve ait olma ihtiyaçlarıyla devam ettiğini tespit etmiştir. En son sıraya ulvi ihtiyaçlarımızı koymuştur. Oysa benim yine depremzedelerden öğrendiğim şey, varoluşsal veya ulvi sorgulamalarına zaman ayıran insanların fiziksel ve güven ihtiyaçlarıyla daha iyi baş edebildikleri yolunda.
Son olarak, depremin yıkıcı etkisinden uzak kalan milyonlarca kişi, depremzedeler için hem maddi hem de ayni yardımlarda bulundu. Dayanışma elbette ki çok önemli, ancak işin bir de psikolojik destek boyutu var. Sizce, insanlar (psikoloji eğitimi almayan) depremzedelerin psikolojik olarak iyi hissetmelerini sağlayacak neler yapabilirler?
Bu son sorunuz için çok teşekkür ediyorum. Bu tip afetlerin veya savaşların en zor tarafı ilk plandaki yardım ve ilginin bir süre sonra ortadan kalkması. Psikoloji eğitimi almayan insanların depremzedeler için uzun vadede yapabilecekleri en güzel şey, bu konuda uzmanlaşmış olanların organize yardım çabalarına destek vermek olabilir. Psikologlardan çoğu zaman uzun vadeli de olsa gönüllü hizmet vermeleri bekleniyor. Oysa psikolojik desteğin bir meslek seçimi olmasının yanı sıra psikoloğa yüklediği, sayısala dönüştürülmesi mümkün olmayan bedelleri var. Depremzedeleri unutmamak, ihtiyaçları uzun vadede takip etmeye devam etmenin yanı sıra lütfen onlara destek vermeyi hayat amacı edinmiş psikologlara da destek vermeyi unutmayın.