Güney Olgun (TAC’89) ABD’de Virginia Tech’te doktora yaparken 1999 İzmit depremi olunca doktora hocasıyla birlikte saha çalışmaları yapmak üzere Türkiye’ye gelerek bu olaydan sonra geoteknik deprem mühendisliği üzerine çalışmaya başladı. Virginia Tech’te araştırmalarına devam eden ve Missouri Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Güney Olgun’a göre, her ülkede deprem sonrasında gördüklerimiz, o ülkenin sosyo-kültürel yapısının bir yansıması...
Yazı:
Defne Ongun Müminoğlu (TAC'89)
6 Şubat’ta tüm ülkeyi etkileyen bir kabusa uyandık. Bu yazıyı yazdığım tarihte üzerinden tam 52 gün geçmiş olmasına rağmen bölge toparlanmaktan son derece uzak bir noktada. Yolumuz çok uzun... Üstelik sanki daha önce bilinmiyormuşçasına, ülkemizin deprem kuşağında olduğunu ve Marmara bölgesindeki olası depremin ülkeyi her anlamda yıkacağını tekrar hatırladık. Şaşkınlık ve telaş içerisinde deprem çantaları yapılıyor, bina analizleri için sıralara giriliyor, taşınanlar ve taşınmayı düşünenler hatırı sayılır sayıda... Ülkemizde sistem karşıtı, kaderci ve bir miktar da tembelce bir tavır var. Panik olmaya oluyoruz ama taşın altına elimizi koyup da gerekli adımları atmıyoruz. Tüm bu durumları yaşarken dönem arkadaşım Güney Olgun geoteknik mühendisliği mesleği, yani inşaat zeminin incelenmesi, zemine uygun teknikler ve malzemelerin geliştirilmesi ve kullanılması konularında çalışması itibarıyla öyle çok soru aldı ki, bunların bir kısmına Connect dergisinde yer vermek istedim. Hem kendisinin mesleki yolculuğunu öğrenmek hem de deprem kuşağında olan ülkemizle ilgili görüşlerini bilmek istersiniz diye düşündüm.
Güneyciğim, bizler ortaokul-lise senelerimizde mesleki seçimlerimizi şimdiki çocuklar kadar bilinçli, ön denemeler yaparak yapamıyorduk. Sen konunu nasıl belirledin? İnşaat Mühendisliği ve akabindeki eğitimlerinde seni heyecanlandıran şeyler neler oldu?
Ben lisedeyken meslek seçimimi tamamen kontrolüm dışında yaptım. Bu kendi içinde çelişkili ifadeyi hemen açıklayayım: Ben TAC’deyken şimdi STEM dediğimiz, fen ve matematik konularını severdim. Hiçbir zaman not ortalaması yönünden parlak bir öğrenci olmasam da TAC’de hâlâ severek hatırladığım Ahmet Halil, Jacques Perrin ve Mark Shanahan gibi hocalardan aldığım STEM dersleri beni bu doğrultuda şekillendirdi. O zamanlar şimdiki öğrencilerin bilinç seviyesi bizde olmamakla beraber, alttan alta böyle bir filtrelemeden geçtik ve ben mühendisliğe yöneldim. Lise sondayken, bizim dönemden herkesin yakından tanıdığı ve çoğumuzun da hayatını derinden etkileyen Azmi abi (Azmi Varan TAC’71), biz bir grup haylaz basket sahası kenarında otururken yanımıza gelip “Gençler, üniversite için hangi bölümleri düşünüyorsunuz?” diye sordu. Biz de gayet renkli bir şekilde ben mühendislik, diğeri tıp, bir diğeri işletme tarzında cevaplar verince, Azmi abi de bize, “Ya gençler, iyisiniz hoşsunuz da; ne oldu bu yeni kuşağa böyle? Biriniz de sevdiğiniz işi yapmayı planlayın. Bizim zamanımızda aramızdan müzisyenler, gazeteciler vs. çıkardı” diye üzerimize ufak bir imza atıp uzaklaştı. Hâliyle dediklerinin önemini yıllar sonra anlıyoruz. Tabii hayat da böyle bir şey, ancak geriye dönüp baktığınızda anladığınız ve bu tecrübelerin bileşkesini kullanarak ileriye yönelik sonuç vermesi zor çabalamalardan oluşan bir süreç. Bütün bu kendi içinde hafif rasyonalite barındıran olaylar zinciri; ben son sınıftayken ve açıkçası üniversite sınavına kısa bir süre kala, babamın da zorlamasıyla sadece inşaat mühendisliği tercihi yapmamla, şu anda bulunduğum rotasına girdi. Bizim zamanımızda tercih ettiğin okulları sınavdan önce formlara işlerdin. Ben de sabah üniversite sınavına giderken babamla kavga ederek Boğaziçi ve İTÜ İnşaat Mühendisliği olmak üzere iki tercih yaptım. Geçen gün sahada ölçüm ve dokümantasyon yapmak için Amerika’dan beraber geldiğimiz ve konusunda son derece başarılı olan sevgili Tuğçe Başer’e Adana’dan İskenderun’a giderken bu travmatik olayı anlatırken onun da bu kadar olmasa da benzer süreçler yaşadığını öğrendim. Yani büyük oranda içinde bulunduğumuz koşulların ürünüyüz. Neyse gelelim üniversiteye. Boğaziçi Üniversitesinde Turan Durgunoğlu’nun verdiği zemin mekaniği ve temel mühendisliği derslerini çok sevdim. Turan Hoca derslerinde arada sözlü yapması ve şimdi aklımıza bile getiremeyeceğimiz bir şekilde sınıfın arkasında uyuyan öğrencilere tebeşir atması gibi sebeplerle, öğrencilerin biraz da haklı olarak çekindiği bir hocaydı. Bu sefer belki de ilk defa tercihimi sevdiğim konuda yaparak bitirme projemi ve takiben yüksek lisansımı Turan Hocayla yaptım. 1970’lerde UC Berkeley’de Turan Hocanın yanında doktora yaptığı Jim Mitchell’la beraber çalışma hayalleriyle Virginia Tech’e doktora yapmaya gittim. Doktoramın ilk senesinin yazında 1999 İzmit depremi olunca saha çalışmaları yapmak üzere Türkiye’ye geldik ve ben de deprem mühendisliği üzerine çalışmaya başladım. Sonrasında Turan, Jim ve doktora danışmanım olan Jimmy Martin’le beraber İzmit depremi üzerine çalışmalar yapıp makaleler yazdık. Evet Defneciğim, aslında daha kısa bir cevap vermeye çalışırken, köşe taşlarını belirleyen kişilerle beraber mesleki hayatımın genel bir özetini yaptım. Bütün bunların sonunda çıkardığım dersler sebebiyle oğlum ve kızımla meslek seçimini konuşurken biraz da sorumluluğu üzerimden atarak “Bana sormayın, ne seviyorsanız onu yapın” diyorum. Bakalım onlar otuz sene sonra bu süreci nasıl hatırlayacak? Muhtemelen, “Biz o kadar gençken ne bilebilirdik ki, keşke bizi yönlendirseydin” diye kızacaklar. Kim bilir?
"Ve en önemlisi, hatalarımızdan ders almıyoruz. Depreme dayanıklılık konusunda hatalı projelendirilmiş ve hatalı inşa edilmiş binalar deprem olmadan önce ayakta duruyorlar, bunun üzerine kolon da kesiliyor, bina yine ayakta duruyor. Çünkü betonarme bir binanın kendi ağırlığı altında yıkılması çok zordur. Bu hataları yapanlar binalarının ayakta durduğunu görünce daha da cesaretleniyorlar."
Tüm dünyadaki depremleri takip eden bir akademisyen ve araştırmacı olarak deprem kuşaklarında olan diğer ülkelerle bizi karşılaştırdığında (örneğin iyi örneklerde hep Japonya var) bizim en temel hatalarımız neler? Neyi değiştirmemiz lazım?
Senelerdir bu işin işindeyim, dünyada bir yerde 7’den büyük bir deprem olursa ve çölün ortasında değilse en azından biraz ilgilenirim. Pek çok büyük deprem üzerine çalışmalar yürüttüm. Ama hâlâ Türkiye’deki problemin ne olduğunu anlayamadım. 1999 İzmit depremi sonrasında Gölcük’te cadde boyunca sağlı sollu binalar yıkılmıştı, durum kötüydü. 24 sene sonra daha kötüsünü yaşadık. Hiçbir şey düzelmemiş. Bir yerde 7.8 büyüklüğünde bir deprem olsa bile binalar buna uygun yapılmışsa orada hiçbir binanın yıkılmaması gerek. Katastrofik şekilde, yıkılmamak kaydıyla deprem şartnamesi hasara da izin verir. Ha tabii kontrol edemediğimiz farklı faktörlerden dolayı yıkım yine olur, çünkü bina stoğunuz eskidir, yapıldıkları tasarım seviyesi zaman içinde artık aşağıda kalmıştır, iyi bakım yapılmamışsa binada dayanım azalmıştır vs. Her şey kitabına uygun yapılmış olsaydı, bugün biz Antakya’ya gittiğimizde bir sürü ağır hasarlı bina görürdük. Tüm deprem bölgesinde yüz, iki yüz hadi bilemedin üç yüz bina yıkılırdı. Ama on binden fazla binanın yıkılması hata değil, sistemik bir problem var. Yapılar konusunda uzman arkadaşlarla konuşuyoruz arada. Ben depremlerin daha çok geoteknik, yani yer altındaki kısmıyla ilgileniyorum. Benim anladığım kadarıyla binalar depremde çok basit hatalardan dolayı yıkılıyor. Uygulama konusunda bazı örnekler, kolon kiriş birleşimlerinde çelik donatı bağlantı detayları hatalı, donatılar birbirine düzgün bağlanmıyor, şantiyeye gelen beton kolay dökülsün diye su katılıyor. Tasarım ve projelendirme konusunda göze çarpan hatalar ve çarpıklıklara örnekler vermek gerekirse, mühendisler bir günde bina tasarımı yapıyor, bilgileri bir programa giriyor ve çıktı alıyor, teknik donanımları zayıf ve en önemlisi okuldan mezun olur olmaz proje yapmaya başlıyorlar. Ben geçen hafta derste temel tasarımı konusunu bitirdim. Dersimden çıkan öğrencinin gidip bir binanın temel sistemini tasarlamasını istemem. O genç mezun gidecek 4-5 sene çalışacak, işin bir derste anlatılamayacak detaylarını öğrenecek, bunları yaparken başında tecrübeli bir mühendis olacak. Hem olan hataların uygulamaya geçmesini önleyecek hem de genç mühendis işi öğrenecek. Ve en önemlisi, hatalarımızdan ders almıyoruz. Depreme dayanıklılık konusunda hatalı projelendirilmiş ve hatalı inşa edilmiş binalar deprem olmadan önce ayakta duruyorlar, bunun üzerine kolon da kesiliyor, bina yine ayakta duruyor. Çünkü betonarme bir binanın kendi ağırlığı altında yıkılması çok zordur. Bu hataları yapanlar binalarının ayakta durduğunu görünce daha da cesaretleniyorlar. Ama bir binanın yanal deprem yükleri altında iyi davranması çok başka bir hikâye. Sonuçlarını da depremde görüyoruz. Bir sonra olacak büyük depremde farklı bir durum mu olacak, hiç sanmıyorum. Maalesef hâlâ işin medyatik sansasyon kısmındayız. Türkiye’nin deprem risk haritası ortada zaten, ben de deprem bekliyorum. Gerekirse deprem risk haritası yenilenir, ki yenilenmelidir de. Benim ve başka bir sürü araştırmacının içinde olduğu gruplar çalışıyorlar ve Amerika’daki risk haritası yenileniyor. Bu rutin bir şey. Hiç kimse de ben şurada 7 büyüklüğünde deprem bekliyorum, ben 7.5 bekliyorum diye demeç vermiyor.
Mesleğin gereği dünyanın farklı yerlerinde araştırmalar yaptın mı? Aklında en çok yer eden unsurlar neler oldu?
Çalıştığım tek konu depremler olmamakla beraber, dünyanın farklı yerlerinde olan depremler üzerine çalışmalar yürüttüm. Şimdi hatırladığım kadarıyla Türkiye, Amerika, Porto Riko, Japonya, Yeni Zelanda ve Şili’de olan depremler üzerine çalıştım. Buralardan aklımda kalan bir unsur, her ülkede deprem sonrasında gördüklerimiz o ülkenin sosyo-kültürel yapısının bir yansıması. Bunun beni etkilemesinin bir sebebi, aslında deprem ve mühendislik gibi teknik bir konuda toplumsal yapının bu derecede belirleyici olması.
Türkiye’nin en riskli bölgeleri birden fazla haritada gösterildi. Depremin olacağını önceden bilmek mümkün mü? (Elbet bir gün olacak yaklaşımı dışında)
Depremin olacağını önceden bilmek günümüzde mümkün değil, teorik olarak belki ileride mümkün olabilir. Bu soruya çok net bir cevap veremem. Ama farz edelim ki bir saat sonra depremin olacağı tespit edildi, ne yapacağız, nasıl yapacağız? Binaları boşaltacağız, insanlar nerelere gidecek, şehri de boşaltacak mıyız? Bir kere yanlış alarm gelince bir sonraki deprem alarmını kaç kişi ciddiye alacak? Ben öğrenciyken, çok sevdiğim Semih Tezcan’ın dersinde bir arkadaş aynı soruyu sormuştu. Semih Hoca da her zamanki bilgeliğiyle cevap vermişti, depremi önceden bilsen ne olacak ne fark edecek? Biz yine binaları depreme dayanıklı olacak şekilde inşa etmek zorundayız. Bence bu görüş hâlâ geçerli. Bence Türkiye’de şu mantığın yerleşmesi gerekiyor. Deprem için şuraya dikkat edin, burada deprem bekliyorum diye fal açmak yerine deprem risk haritalarımıza bakalım, yenilemek gerekiyorsa yenileyelim, depreme dayanıklı bina tasarlamak ve inşa etmek konusunda bir sistem oturtalım. Depremin ne zaman olacağını bilmemize gerek kalmaz.
Biz sade vatandaşların ne yapması gerekir? Öncesinde ve zamanında...
Maalesef depreme hazırlık sade vatandaşın yapabileceği bir şey değil. Depreme dayanıklılık, sistemin çözmesi gereken bir olgu. Evet binalarımızın depreme dayanıklı olup olmadığını test ettirebiliriz ve bunun faydası da var, ama bir binayı en başta depreme dayanıklı inşa etmek, ne olduğunu bilmediğimiz bir binayı analiz etmekten çok daha kolay. Gidip bir bilgisayar alıyoruz, hangimiz gidip içindeki devreleri kontrol ettirme ihtiyacı duyuyoruz. Sistem doğru işlese vatandaşın deprem için ayrı bir hazırlık yapmasına gerek yok. Yani evet farkındalık iyi, bir afet durumunda ne yapacağını bilmek çok faydalı ama deprem konusunda en önemli konu binaların depreme dayanıklı olması. Son depremlerde kaç kişi deprem çantası sayesinde kurtuldu? Kendimizi kandırmayalım. Ama eğer binamızın depreme dayanıklı olup olmadığını anlamak istersek bunun için bir inşaat mühendisine bina deprem dayanım analizi yaptırmak gerekiyor. Bunu yaparken de gerekirse zemin etüdü, binanın şu anki yapısal sisteminin çıkarılması ve kolonlardan karot numunesi alıp mukavemet testi yapılması lazım. Bütün bu verileri kullanarak inşaat mühendisi binanın mevcut deprem şartnamesine uygun olup olmadığını kontrol edebilir. Uygun değilse ve istenirse binaya güçlendirme yapılabilir. Bunun için pek çok farklı yöntem var.
Detaylı açıklamaların için çok teşekkür ederiz. Son söz?
Ülkemiz deprem açısından çok aktif bir bölgede. Depremde olan yıkımın büyük çoğunluğu aslında önlenebilir. Bunun için de yapılması gereken, binalarımızı yaparken bilimsel prensiplere ve mühendislik kurallarına uymak.