Depreme dayanıklılık sistemin çözmesi gereken bir olgu
Yeniden inşa katılımcı bir anlayışla yapılmalı

İstersek daha güvenli ve doğa dostu şehirler yaratabiliriz

27.05.2023

Deprem ve diğer afetler karşısında hazırlıklı olabilmenin en önemli yolu, merkezî hükûmet, yerel yönetimler, akademisyenler, meslek kuruluşları ve halkın iş birliği içerisinde bir plan oluşturmasından, daha da önemlisi oluşturulan planın kimseye herhangi bir imtiyaz tanımadan uygulanmasından geçiyor. İklim Krizi ve Afetler Uzmanı, Şehir Plancısı ve Mimar Sera Tolgay (UAA’10), Türkiye’deki nüfusun yüzde 70’ine yakınının deprem riski bulunan bölgelerde yaşadığına dikkat çekerek, can ve mal kaybının en aza indirilmesi için yetkililerin atması gereken adımlarla ilgili ipuçları veriyor.

Sizi tanıyarak başlayabilir miyiz, UAA’dan sonra eğitiminize nasıl devam ettiniz? Hangi alanlarda çalışmalar yaptınız, nerelerde hangi görevlerde bulundunuz?

2014’te Yale Üniversitesinden mezun oldum, siyaset bilimi, çevre politikaları ve hukuku konusunda uzmanlaştım. Mezuniyetimin ardından World Resources Institute İstanbul ofisinde Tarihî Yarımada’nın yayalaştırılmasından sonraki hava kalitesi analizi, halk sağlığına etkisi ve sürdürülebilir ulaşım sistemlerinin geliştirilmesi üzerine çalıştım. Bu tecrübe beni şehir odaklı politikalar, planlama ve kentsel tasarım konularına yöneltti. Şehir planlama ve mimarlık-kentsel tasarım yüksek lisansımı MIT’de bitirdim ve iklim krizi ve afetler konularıyla ilk burada karşılaştım. Örneğin, Hindistan’da Gujarat Bölgesinde depremde zarar gören ve aynı zamanda sel riskine maruz kalan köylerde Ağa Han Habitat Ajansı ile çalışma fırsatım oldu. Hâlihazırda var olan afetlerin dışında iklim krizine adaptasyon konusu da çok gündemdeydi. Yüksek lisansım sonrasında New York Şehir Planlama Departmanında, şehrin iklim krizi ve özellikle her beş binadan birini etkileyen sel riskine karşı planları üzerine çalıştım. Sonrasında mühendislik firmaları ve şimdi de Scape Studio’da bu konular üzerine pek çok devlet kurumuna altyapı ve planlama projeleri için danışmanlık ve proje yöneticiliği yapıyorum. Son beş senedir daha çok iklim kriziyle mücadele ve afet riskleri konusunda doğa bazlı çözümler üzerine çalışmaktayım.

Kentsel planlama alanına, iklim değişikliği, afetler gibi nedenlerle önemli bir ilgi olduğunu görüyoruz. Siz kentsel planlama ve risklere hazırlık konusunda uzmanlaşmaya nasıl karar verdiniz, hangi çalışmalarda bulundunuz, bugün hangi alanlarda neler yapıyorsunuz?

Aslında afetler ve risk konusunda uzmanlaşmam, eğitim ve çalışma hayatımda bu konularla sık sık karşı karşıya gelmeye başlamamla doğaçlama bir şekilde gelişti. Yüksek lisans sürecinde daha çok karbon ayak izinin azaltılması üzerine çalışacağımı düşünürken mezun olduktan sonra iklim kriziyle beraber afet risklerin şiddetlenmesiyle bu konularda çalışırken buldum kendimi. Özellikle son 10-15 senede gözlemlediğimiz hızlı şehirleşme süreciyle beraber, iklim krizi konusunda dünya ölçeğinde yeterli önlemleri alamamız ve karbon salınımını azaltmamız, hızla inşa ettiğimiz kentlerin risklere ve afetlere ne kadar maruz kaldığını da gözler önüne serdi. Bulunduğum pek çok masterplan projesinde aslında bu riskleri azaltmaya çalışmanın kentlerde hayat kalitemizi artıracak çözümler gerektirdiğini de gördüm. Yani bu sorunu bir fırsata çevirebiliriz ve kentlerde hayat kalitemizi artırarak doğayla uyumlu yaşadığımız yerler olarak adapte edebiliriz. Son sekiz senedir bu konularda uzmanlaştım. Tasarım ve planlama firması Scape Studio’da ve daha önce de mühendislik firması WSP’de danışman olarak Amerika’da pek çok devlet kurumuna ve şehirlere proje yöneticiliği ve danışmanılığı yapıyorum. Örneğin ödül alan Resilient New Jersey projemizde sel riskiyle karşı karşıya olan bölgeleri halkın da isteği ve desteğiyle kamusal alanlara ve parklara dönüştürdük. Hurricane Sandy’de sular altında kalan Manhattan güney doğu ucundaki Seaport sahilinde de ileride daha da şiddetlenecek fırtınalara karşı yapılacak olan setleri lineer bir park sistemine entegre ettik. Aslında halkın da desteğiyle risk altında olan bölgelerin çoğunu altyapı ve peyzajı birleştirerek doğaya ve kamuya geri kazandırıyoruz.

Dünya Bankasının Türkiye’de afetlere karşı kentsel dönüşüm projesinde danışmanlık yapmışsınız. Bu proje nedir, buradaki göreviniz neydi? Türkiye’nin deprem ve diğer afetlere karşı durumu ve öneriler nelerdi, bunlar ne kadar hayata geçirilebiliyor?

Aslında bu çalışma 6306 sayılı afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hakkındaki kanunun ve diğer kentsel dönüşüm süreçlerinin teknik değerlendirmesiydi. Dünya Bankası normalde bu raporları paylaşmıyor; bir ön analiz olarak fonlar verilmeden önce yapılan çalışmaları, yasal düzeni ve uygulama sürecini anlamak istiyorlar. İstanbul’a baktığımızda Japon Kalkınma Ajansı 2002’de bir risk haritası hazırlamıştı. İstanbul’daki uygulamayı hazırlanan risk profiliyle karşılaştırdığımızda daha çok rant odaklı, risk olmayan bölgelerde çok fazla dönüşüm olduğunu görüyoruz. Gerçekten dönüşüme ve güçlendirilmeye ihtiyacı olan, gecekonduların olduğu ya da dere yatakları ve sulak alanların üzerine yapılan, özellikle İstanbul’un batı şeridi boyunca riskli bölgelerde yeni yapılaşma görüyoruz. Küçükçekmece ve Büyükçekmece gibi sulak alanların ve alüvyonlu toprağı olan bölgelerin aslında imara açılmaması gerek. Aslında 2009 Çevre Düzeni Planına ve öncesine bakarsanız, bu bölgeler koruma altında. Özetle risk profili ve gerçekleşen dönüşüm arasında bir uyuşmazlık var. Ülkemizin jeolojisini göz önünde bulundurursak, Türkiye’deki popülasyonun yüzde 70’i deprem riskinin yüksek olduğu bölgelerde yaşıyor. Yüz binlerce sene derelerin ve suyun oluşturduğu bu verimli ova bölgelerinin tarımsal köyler ve kasabalar iken yoğun bir kentleşme sürecine girdiğini gözlemliyoruz ve depremlerde bu bölgeler zemin sıvılaşmasına maruz kalıyor. 2023 depreminde de mühendislerin gözlemi, kayalık bölgelerin çok daha az hasar gördüğü yönünde. Fay hatlarına yakın yerlerde yoğun şehirleşme sürecine girdiğimizde çok dikkatli olmamız gerek, uluslararası inşaat standartları zemin sıvılaşması potansiyeli olan bölgelerde daha da katıdır ve bu bölgelerde denetim çok önemli. Aslında yasalarımız ve ihtiyacımız olan kurumlarımız yerinde ama uygulamada çok fazla hata, kayırma ve son dakika değişiklikler görüyoruz. Gelişigüzel kat izinlerinin artırılmasına son verilmeli, kentsel yoğunluğun denetlenmesi, açık toplanma alanlarının korunması ve yenilerinin yaratılması çok önemli.

Türkiye’de afet risklerini çalışmış ve yıkımın olası boyutlarını tahmin edebilen bir uzman olarak 6 Şubat depremleri olduğunda neler hissettiniz; deprem sonrasında çalışmalarınız oldu mu?

Açıkçası deprem sonrasında hâlâ yaralarımızı sarıyoruz, çadırlarda yaşamak zorunda olan ve kentlerini, mahallelerini tamamen terk etmek durumunda kalan yüz binlerce vatandaş var. Antakya’da bir meslektaşımız bu yıkımın sadece fiziksel değil, zihinsel ve ruhsal bir yıkım olduğundan da bahsetti. Bu deprem hepimizi, Türkiye’de ve dünyadaki herkesi sarstı. 2023 senesinde depremlerle ilgili bu kadar uzmanlığın ve bilgi dağarcığının olduğu bir zamanda bile yoğun ve denetimsiz şehirleşme süreciyle kendimizi ne kadar tehlikeye attığımızı gördük. Şehir Plancıları Odası olarak, depremin hemen öncesinde seçimler için bir kılavuz hazırlandı ve benim de katıldığım konulardan biri afetlerdi. Plancılar olarak ne kadar hazırlıksız olduğumuzu konuşurken birkaç hafta sonra bu yıkımla karşı karşıya kaldık maalesef. Ama umarım bu sefer dersimizi almışızdır; 1999 ve 2023 felaketlerini bir daha yaşamayız. Depremin akabinde yapılan yardımlar ve dayanışma ortamından çıkarmamız gereken olumlu derslerin yanı sıra orta ve uzun dönemde planlama çok önemli olacak. Maalesef deprem sonrasındaki planlama süreçleri üstü kapalı ilerlediği için benim şahsen birebir çalıştığım bir proje yok, Şehir Plancıları Odası aktif olarak süreç konusuna bilgilendirme kampanyaları ve basın açıklamaları devam ediyor. Ben de depremin hemen akabinde Humanitarian Open Street Map’in hem Türkiye hem de Suriye’deki haritalama ve hasar tespiti çalışmalarına katkıda bulundum. Yerel sivil toplum kuruluşlarına da gönüllü olarak destek vermeye çalışıyorum.

Afet sonrasında veya risk altındaki bölgelerin yeniden inşası konusunda, ABD’de veya başka ülkelerde projelerde görev aldınız mı? Dünyada afetler sonrasında afetzedelerin geçici yerleşimi veya bölgenin yeniden inşasında nasıl stratejiler izleniyor?

Evet, özellikle New York ve körfezi çevresinin 2012’de Hurricane Sandy’den sonra plan ve mevzuat değişikleri, altyapı yenileme ve yeşil altyapı projeleri, kıyıların yeniden tasarlanması gibi pek çok projede çalıştım. Bu sene Resilient New Jersey projesi doğa bazlı çözümlere ağırlık verdi ve yaklaşık 2 sene süren bir toplumsal katılım süreciyle plan oluşturuldu ve proje ulusal planlama ve analiz ödülü aldı. Eskiden sulak alan olan bir bölgede su seviyelerinin fırtınadan sonra yaklaşık 4 metreye çıkmasından dolayı yüzlerce aile mağdur olmuştu. Bu ailelerin taşınmasına yardımcı olduktan sonra, bölgenin bir sulak orman ya da longoz olarak eski ekosistemine benzer bir şekilde geri restore ediyoruz ve aynı zamanda yürüme yollarının olduğu parkurlar da entegre ettik yerel halkın isteğiyle. Afetler sonrası şehirlerin inşasının temel kuralı, kentleri olduğu gibi yeniden inşa etmek değildir. Karşı karşıya olduğunuz riski iyi analiz edip aynı hataları yapmamak en önemli prensip. Daha sonra da genel risk profiline göre üç farklı yaklaşım izleniyor. Birincisi bahsettiğim gibi çok riskli bölgelerde yeniden yapılaşma olmaması, buraların restore edilip açık alanlar olarak halka ve doğaya geri kazandırılması. İkincisi riskle beraber yaşamak; yani bir sel durumunda su seviyesinin üzerinde yerleşim yapmak ya da depremle ilgili olarak zemin sıvılaşması tehlikesi olan bölgelerde inşaat kalitesine çok dikkat edilmesi, kat sayılarının gelişigüzel artırılmaması ve binaların taşıyıcı unsurlarıyla oynanmaması gibi. Üçüncüsü de riske karşı önlemler almak. Binaların güçlendirilmesi, imar affı gibi uygulamaların sona erdirilmesi ve kaçak yapılarla karşı ciddi bir tavır alınması lazım.

"Bu deprem hepimizi, Türkiye’de ve dünyadaki herkesi sarstı. 2023 senesinde depremlerle ilgili bu kadar uzmanlığın ve bilgi dağarcığının olduğu bir zamanda bile yoğun ve denetimsiz şehirleşme süreciyle kendimizi ne kadar tehlikeye attığımızı gördük."

“Afetler sonrası şehirlerin inşasının temel kuralı, kentleri olduğu gibi yeniden inşa etmek değildir. Karşı karşıya olduğunuz riski iyi analiz edip aynı hataları yapmamak en önemli prensip.”

6 Şubat depremleri sonrasında Hatay, Adıyaman ve Kahramanmaraş ve pek çok ilçelerine kadar yerleşimleri neredeyse yeniden inşa etmek gerekecek. Yeniden inşa sürecinde nelere dikkat etmek gerekiyor, buradaki kentler fay hattından uzakta mı, yoksa risklerle birlikte yaşayacak şekilde mi inşa etmeliyiz?

Ülkemiz coğrafi olarak çoğu fay hattına yakın. Fakat bir yandan da en çok yoğunluğun fay hattının üzerinde ve yakınlarında olduğunu görüyoruz, çünkü zaman içinde ovaların ve düz alanların olduğu eski tarımsal köyler ve şehirler çok hızlı büyümüş. Buralarda yoğun yerleşmeye çok dikkat etmeli, kat izinleri bir anda artırılmamalı, zemin sıvılaşması olan bölgelerde inşaat kalitesine dikkat edilmeli. Hatta arazi kullanım ve imar planları, deprem riski yüksek olan alanlarda konut ve ticari gelişme yoğunluğunu sınırlamayı dikkate almalıdır. Suyun değdiği yerler özellikle yeşil alanlar olarak korunmalı ve insanların vakit geçirebileceği doğal parklar olarak kentlerimize geri kazandırılmalı. Genel olarak üst ölçekli planlar ve arazi kullanım planlaması, depremlerin neden olduğu potansiyel hasar ve can kayıplarını azaltmaya yönelik bir şekilde gözden geçirilmeli. Bir önceki soruda bahsedildiği gibi zemin sıvılaşması, depremler sırasında suya doygun zeminin mukavemetini ve sertliğini kaybederek sıvı gibi davranmasına neden olan bir olaydır. Arazi kullanım planlaması ve imar planları, toprak sıvılaşması olasılığını dikkate almalı ve kritik altyapı veya binaları yüksek risk altında olan alanlara yerleştirmekten kaçınmalıdır. Arazi kullanım planlaması, bina kodlarının ve standartlarının karşılanmadığı alanlara kritik altyapı veya binalar yerleştirmekten kaçınmalıdır. Hastaneler, polis ve itfaiye istasyonları gibi kritik yapılar ve acil durum sığınakları, bir deprem anında kolay erişilebilir alanlarda bulunmalıdır. Su arıtma tesisleri, köprüler ve yollar gibi kritik altyapıların dayanıklılığını dikkate almalı. Deprem riski yüksek olan bölgelerde bulunan altyapı, sismik aktiviteye dayanacak şekilde tasarlanmalı ve inşa edilmeli. Çevre düzen planları, imar ve arazi kullanım planlarında afet risklerini ve bu faktörleri göz önünde bulundurursak, depremlerin neden olduğu potansiyel hasar ve can kayıplarını önleyebiliriz.

Muhit adında, mahallelerde katılımcılığı ve veri paylaşımını hedefleyen ödüllü bir projeniz vardı. Bu nedenle İstanbul’u çok yakından tanıyan bir mimar ve planlamacı olarak afetlere hazırlık seviyesi ve yapılanlar çerçevesinde neler söylemek istersiniz? Vatandaşlar, yerel yönetimler, merkezi yönetim üzerine düşeni yapıyor mu?

Katılımcı planlama ve sivil toplum kuruluşlarının kapsayıcı bir süreç yaratılması için rolü çok önemli. Her şeyin merkezileşmesi sistemin hantallaşması demek, bir yandan da yerel yönetimlere kapasite, destek sağlanmalı. Bu kadar büyük bir afet karşısında merkezi kurumların yapacağı çalışmalara destek olacak ve etki alanını geliştirecek bir sistem oluşturmalıyız. Bunlardan biri erken uyarı sistemleri, acil müdahale ve bu konularda kapasite oluşturma çok önemli ve yerel yönetimlerin de kesinlikle hazırlıklı olması gerek. Bu sorunu Katrina sırasında New Orleans’da da gördük. Erken uyarı sistemi, kasırga ve onun potansiyel etkisi hakkında uyarılar yayınladı, ancak bu uyarıların halka iletilmesinde sorunlar yaşandı. Bazı kişiler uyarıları almadı veya durumun ciddiyetini anlamadı. Aynı zamanda New Orleans’daki setler ve diğer sel kontrol sistemleri, Katrina Kasırgası büyüklüğünde bir fırtınaya dayanacak şekilde tasarlanmamıştı. Setler birden çok yerde başarısız oldu ve yaygın sel ve yıkıma yol açtı kentin büyük bir kısmı su seviyesinin altında kaldığı için. Haberdar olmayan vatandaşlar resmen sel bölgesinde esir kaldı. İstanbul’da da kendi tecrübemden sürecin nasıl işlediğini ve rant odaklı bir kentsel dönüşüm süreci olduğundan haberdardım. Maalesef 6306 sayılı kanunun kötü uygulanmasından dolayı evimizden mağdur olduk. Müteahhitlere çok fazla güç verildiği için yasanın daha çok Kadıköy gibi gözde ilçelerin rant odaklı dönüşümü için kullanıldığını, gerçekten riskli binaların ve bölgelerin sorunlarını çözmek için kullanılmadığını biliyoruz. Yani çok büyük eksikliklerimiz var ve çok zaman kaybettik. Analizler yapılmadan verilen kat izinlerinin yanı sıra imar afları var. Bir de bahsettiğim gibi İstanbul’un aslında uygulanan bir 1/100.000 ölçekli İl Çevre Düzeni Planı yok, sadece 2009’daki hâli var ve korunan bölgelerin çoğu imara açılmış. Böyle gelişigüzel yapılan şehirleşme sürecinden dolayı gerçekten çok endişeliyim ve ben genç bir İstanbullu olarak İstanbul’a yatırım yapmaktan çekiniyorum. Bu sorun sarmalından çıkabilmemizin tek yolu herkesin bu konuda bir kamuoyu oluşturarak bunu yerel yönetimlerden ve bakanlıklarımızdan talep etmesi.

Son olarak, küresel iklim değişikliği ve afetler açısından nasıl bir gelecek bekliyor insanlığı? Sizin çalışma alanınız ve perspektifinizden neler yapılmalı?

Depremin yanında yakın geçmişte de tecrübe ettiğimiz gibi seller, akarsu taşkınları, orman yangınları gibi farklı doğa olaylarının da şiddetlendiği ve afete dönüştüğü bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu riskleri göz önünde bulundurarak üst ölçekli çevre planları yapmamız ve bu planları uygulamamız gerek. Örneğin İstanbul’un son 1/100.000 ölçekli İl Çevre Düzeni Planı 2009’da kabul edilmiş. Bu planda korunması ve şehirleşmemesi gereken pek çok bölgenin imara açıldığını görüyoruz. Bu çelişki o kadar bariz ki, 14 senedir yeni bir çevre planı görmedik. Bütün bu riskleri göz önünde bulundurduğumuzda iklim krizine bağlı aşırı sıcak hava dalgaları, kent ısı adası, su kıtlığı ve kuraklık da yakın gelecekte kentlerimizde en çok konuşacağımız konular arasında yer alıyor. Bu nedenle, bir bütün olarak doğa olaylarına karşı dirençli şehirleri planlamamız ve uygulama geçirmemiz şart. Sadece müteahhitlerin karar alıcı olduğu bir uygulama düzeninden bütüncül afet yaklaşımına ve disiplinleri bir araya getiren ve yereli de kapsayan katılımcı bir planlama sürecine geçebilirsek bu mümkün olabilir. Sadece olduğu gibi yeniden yapmak değil, daha iyisini yapmak. Niyetlenirsek ve istersek hem güvenli hem de hayat kalitesini yükselten şehirler inşa edebiliriz, herkesin bu konuda bir kamuoyu oluşturarak bunu talep etmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

CONNECT DEPREM ÖZEL BÖLÜM

İLGİLİ BAŞLIKLAR
BU HABERLER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
27.05.2023

Deprem ve mühendislik ahlâkı

ODTÜ’de uzun yıllar Mühendislik Ahlâkı dersleri veren Ülkün Tansel (TAO’57 / TAC’60), yapı üretimine bambaşka bir açıdan yaklaşıyor. Ona göre bu bir milli mesele, bunun çözümü için okullardaki her yaştan çocuğa rüşvetin ve yasa tanımazlığın utanılacak bir şey olduğunu kavratmak gerekiyor.
27.05.2023

Yeniden inşa katılımcı bir anlayışla yapılmalı

Kolombiya, Meksika, İtalya, Brezilya ve Türkiye'de yer alan farklı belediyelerle birlikte daha sağlıklı, güvenli ve yaşanılabilir şehirlerin nasıl yaratılabileceğine dair projeler geliştiren Kentsel Tasarımcı Hayrettin Günç (UAA’07), deprem bölgesindeki yeniden inşa sürecinin tüm tarafların görüşlerini alarak yapılması gerektiğini ve kısa vadeli, yara bandı diye adlandırılan çözümlerle derin sorunların ortadan kalkmayacağını belirtiyor.

Yorum ve görüşleriniz çok değerli.

CO dijital logo
Bu site kullanıcı deneyiminizi iyileştirmek için KVKK ve GDPR çerçevesinde Çerez (Cookie) kullanmaktadır.
Bu konuda detaylı bilgi almak için Güvenlik, Gizlilik ve KVKK Metinleri sayfalarını inceleyebilirsiniz.
Sitemizi kullanarak, Çerezleri kabul ettiğinizi beyan edersiniz.