Kolombiya, Meksika, İtalya, Brezilya ve Türkiye'de yer alan farklı belediyelerle birlikte daha sağlıklı, güvenli ve yaşanılabilir şehirlerin nasıl yaratılabileceğine dair projeler geliştiren Kentsel Tasarımcı Hayrettin Günç (UAA’07), deprem bölgesindeki yeniden inşa sürecinin tüm tarafların görüşlerini alarak yapılması gerektiğini ve kısa vadeli, yara bandı diye adlandırılan çözümlerle derin sorunların ortadan kalkmayacağını belirtiyor.
Sizi tanıyarak başlayabilir miyiz, Üsküdar Amerikan’dan sonra eğitiminize nasıl devam ettiniz, hangi alanlarda çalışmalarınız oldu? Global Designing Cities Initiative’den ve oradaki çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
UAA’dan mezun olduktan sonra Yıldız Teknik Üniversitesinde Mimarlık eğitimi alıp Harvard University Graduate School of Design’da Kentsel Tasarım yüksek lisansımı tamamladım. Ardından kamusal mekân tasarımı ve kentsel hareketlilik konularına odaklandım. MIT’de yer alan Civic Data Design Lab’da araştırmacı olarak çalıştım. Şu andaysa Global Designing Cities Initiative adlı kâr amacı gütmeyen bir vakıfta çalışıyorum. Kolombiya, Meksika, İtalya, Brezilya ve Türkiye gibi ülkelerden farklı belediyelerle birlikte daha sağlıklı, güvenli ve yaşanılabilir şehirleri nasıl yaratabileceğimize dair projeler geliştiriyorum.
Bir mimar ve kentsel tasarımcı olarak 6 Şubat depremleri sizde nasıl duygulara yol açtı?
Büyük bir üzüntü, uzakta olmanın getirdiği çaresizlik ve bütün tedbirsizliklere karşı büyük bir hayal kırıklığı hissettiğimi hatırlıyorum. Bir yandan depremden etkilenen bölgedeki yakınlarımıza ulaşmaya çalıştığımız, diğer yandan da sosyal medya üzerinden çalışmalara destek olmak için çırpındığımız uykusuz geceler olarak aklımda kalacak. 1999 depremini çocukken yaşamış biri olarak, aynı çaresizliği ve korkuyu bir yetişkin olarak aynı çıplaklığıyla yaşamak korkutucuydu. Yakınlarını, evlerini kaybetmiş ve hayatını yeniden kurmak zorunda bırakılan insanların acısını hayal bile edemiyorum. Çok ama çok üzgünüm.
Depremin ardından geçici konutlar için çalışmalar yürüten Herkes için Mimarlık Derneğinin kurucuları arasında yer alıyorsunuz. Depremden sonra sizin de çalışmalarınız oldu mu? Depremin ardından sizce geçici yerleşimlerin inşasında nelere dikkat etmek gerekiyor, böyle bir travma yaşamış insanlar için nasıl bir ortam yaratmalıyız?
Deprem sonrasında dernek olarak hızlıca örgütlenip depremden etkilenen alanda kısa ve uzun vadeli neler yapılabilir üzerine düşünmeye başladık. Barınma meselesi küçük ölçekli bir derneğin tek başına altından kalkamayacağı kadar kompleks bir süreç. Bu nedenle enerjimizi daha çok depremzedelerin bir araya gelip sosyalleşebileceği, çocukların oyun oynayabileceği sosyal alanlara yönelttik. Bu kapsamda Kahramanmaraş Depremi Küçük Destek Fonu aracılığıyla başladığımız Afet Sonrası Topluluk Merkezi inşaatımızı tamamlayıp kullanıma açtık. Çeşitli oyun alanları, Kahramanmaraş Mimarlar Odası için konteyner ofis ve 6 Şubat depremlerinde merkez binasını kaybeden ALİKEV'in (Ali İsmail Korkmaz Vakfı) yeni merkez binası tasarımı gibi projelere de eş zamanlı olarak katkı veriyoruz. Dernek olarak tüm konularda katılımcı yöntemler geliştirilmesini savunuyoruz. Şu an yıkılan şehirlerin, köylerin yeniden inşasındaysa bu katılımcılık çok daha önemli hâle geliyor. Bunu yapmadığınızda, masa başından alınan kararların ya genelde kötü sonuçlar doğuracağını ya da o sonucu bile doğuramadan uygulanamayacağını düşünüyoruz. Herkes İçin Mimarlıkın afet sonrası çalışmalarını himafet.org sitesi üzerinden takip edip, destek olabilirsiniz.
“Doğal afetler, iklim değişikliği, sosyal ve ekonomik krizler gibi beklenmedik olaylara karşı dayanıklı olan ve hızlı bir şekilde toparlanabilen kentlere 'dirençli kentler' diyoruz. Bizim de doğal afet risklerini dikkate alan bütüncül bir planlama süreciyle dirençli kentler yaratmamız gerekiyor.”
Birçok kent ve kasaba büyük oranda yıkıma uğradı ve konutların çoğu oturulamaz durumda. Bu bölgelerin yeniden inşasında nasıl bir bakış açımız olmalı? Bu kentlerin yeniden inşasını size emanet etseler nasıl kentler hayal ederdiniz?
Şehir dediğimiz şey; eğitim, sağlık, konut, yeşil ve açık alanlar, ulaşım, iletişim altyapısı, kanalizasyon vs. gibi tamamını sıralamanın paragraflar süreceği bileşenlerden oluşuyor. Öncelikle yaşadığımız problemin çok katmanlı olduğunu ve kısa vadeli, yara bandı diye adlandırılan çözümlerle ortadan kalkmayacağını kabul etmemiz gerekiyor. Ülke planlanmasından yapı kalitesine kadar birçok ölçekte analiz edilmesi ve farklı disiplinlerle birlikte ortaklaşa kararlar alınması gereken bir süreç olarak görüyorum. Bu anlamda bilimsel bulgulardan uzak ve politik kaygılar içerisinde alınan kararlar, bizi aynı döngüye tekrar sokacaktır. Şehir planlamanın işaret ettiklerini önceleyen ve bu önceliklerin hayata geçirecek güçlü ve kararlı bir bürokrasiyle işaret ettiğim uzun vadeli dönüşüme ulaşabiliriz. Bu dönüşümün kentte yaşayan toplumla birlikte ortaklaşa bir uzlaşıyla yapılması da bir o kadar önemli.
İklim değişiklikleri, afetler, göç gibi sorunlar çerçevesinde bugünün kentsel planlama yaklaşımlarıyla geleceğin kentlerini nasıl inşa etmeliyiz ya da nasıl dönüştürmeliyiz? Dünyada bu konudaki çalışmalarda hangi konular öne çıkıyor?
Bu soruya kısa bir cevap vermek zor. Doğal afetler, iklim değişikliği, sosyal ve ekonomik krizler gibi beklenmedik olaylara karşı dayanıklı olan ve hızlı bir şekilde toparlanabilen kentlere “dirençli kentler” diyoruz. Bizim de doğal afet risklerini dikkate alan bütüncül bir planlama süreciyle dirençli kentler yaratmamız gerekiyor. Su, enerji, ulaşım ve haberleşme altyapılarını dayanıklı hâle getirirken çok hızlıca yeşil ve açık alan oranlarımızı artırmalıyız. Dirençli kentlerde, afetlere hazırlık ve müdahale süreçleri için etkili bir iletişim sistemi kurmamız gerekiyor. Şehirlerin dirençli olması, sadece altyapı ve bina yapısıyla ilgili değildir, aynı zamanda toplumun direnciyle de yakından ilgilidir. Bu nedenle, toplumda farkındalık yaratmak ve toplumun bireylerinin, topluluklarının ve kurumlarının dirençli olmalarını sağlamak için çalışmalar yapmalıyız. Dünyada bu dönüşümü yapan şehirler önce planlarını tanımlayıp bunları adım adım uyguluyorlar. Biz de aynı inanmışlıkla sonuca ulaşabiliriz.
Türkiye’de ve özellikle İstanbul’da deprem risklerinin zorunluluğu nedeniyle de olsa kentsel dönüşüm sıkça gündeme geliyor. Bu dönüşüm sizce kentlerimiz için nasıl fırsatlar yaratabilir, en çok nelere dikkat etmeliyiz, kentsel dönüşümü nasıl ele almalıyız?
Ne yazık ki deprem tehlikesi gerekçesiyle başlatılan kentsel dönüşüm projeleri sonucunda deprem toplanma alanlarının bile yapılaşmaya açıldığını gördük. Özellikle ülkemizde konutun büyük bir yatırım aracı olması, şehirlerimize çok büyük bir baskı yaratıyor. Bu dönüşümün ekonomik boyutunu sorgulamamız gerekiyor. Dönüşümün içerisinde yer alan aktörlerin kontrol mekanizmaları da çok önemli. Bir belediye çalışanının çıkar karşılığı imar artışı verebildiği veya yapı denetleme firmalarının doğruluğu olmayan raporları verebileceği boşluklar yaratılmamalı. Son olarak dönüşümü planlarken sadece deprem değil, iklim değişikliği, yoğunluk artışı, su kaynaklarına erişim ve enerji kullanımı gibi önümüzdeki yıllarda çok daha fazla konuşacağımız konuları da ele almamız gerekiyor. Sabırlı ve sistematik bir yaklaşımla daha iyi şehirler inşa etmemiz mümkün.