Depremden etkilenen çocukların ruh hâliyle ilgili bilgisine başvurduğumuz Uzman Klinik Psikolog ve Aile Danışmanı Şeniz Pamuk (UAA’81) çocukların travmatik olayların ardından hayatlarında nelerin eskisi gibi devam edeceğini bilmek istediklerini belirtiyor ve ekliyor: “Yetişkinlere düşen bu sorulara doğru yanıtlar verip daha sonrasında da çocuğun hayatının vazgeçilmez ögelerini onarmaya ya da yenisini oluşturmaya çalışmaktır.”
Şeniz Hanım, tüm mezunlarımızın sizi daha yakından tanıyabilmesi amacıyla eğitim hayatınızdan ve kariyerinizden kısaca bahsedebilir misiniz?
1985 yılında Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümünü, 1987 yılında da Klinik Psikoloji Yüksek Lisans programını bitirdim. Amacım her zaman çocuk ve gençlerle çalışmaktı. Mezun olmadan Davranış Bilimleri Enstitüsü Çocuk ve Genç Biriminin kuruluşunda yer aldım. Aynı kurumda 22 yıl boyunca danışan görmenin yanında birçok projeye ve eğitime katıldım. 2008 yılında BEYAZ Bireysel Gelişim ve Danışmanlık Merkezini kurdum. Çocuk ve gençlerle çalışmanın yanında ailelerle, okullarla ve çeşitli kurumlarla çalışmaya devam ettim. 2005-2012 yılları arasında kendi psikanaliz sürecimi tamamladım. Birçok STK’da gönüllü çalışmalar yürüttüm. Birçok kitapta bölümler yazdım. 2021 yılında “Korku Çağında Çocuk Yetiştirmek” isimli kitabım yayımlandı. Bilgi Üniversitesi Klinik Psikoloji/Çocuk ve Ergen Alt Dalında bir dönem hoca olarak görev aldım; hâlen aynı kurumda süpervizör hoca olarak çalışmaktayım. İlgi alanlarımı çok kısaca, çocuk ve gençlerde uyum ve davranış sorunları, kaygıya dayanan zorlanmalar, sosyal beceriler, aile içi ilişkiler, travma ve sağlıklı gelişim danışmanlığı olarak tanımlayabilirim.
6 Şubat haberini duyduğunuzda neler hissettiniz?
Sabah insanıyım. O gün de erken uyandım. Haberlere baktığımda olayın boyutlarını önce anlayamadım hepimiz gibi. O bölgede kimleri tanıyorum diye düşündüm. Birkaç arkadaşıma mesaj attım, ancak birçoğu olayın farkında bile değildi. Hasarın boyutları yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başladı. Hepimizin hissettiklerini hissettim: Müthiş bir üzüntü, çaresizlik, öfke, biraz suçluluk ve çok güçlü bir yardım etme isteği. “1999 depreminden beri travma konusunda öğrendiklerimi ve kazandığım becerileri nasıl kullanabilirim? Nasıl faydalı olabilirim?” sorusu. Deneyimlerim, böyle olaylardan sonra ruh sağlığının çok uzun soluklu bir süreç olduğu yönünde.
Deprem gibi büyük bir felaketle karşı karşıya kalan çocukların içinde bulundukları ruh hâlini genel olarak tanımlamanız mümkün mü?
Büyük ölçekli felaketlerin herkes için travmatik bir deneyime dönüşmesi söz konusu değildir. Bir olayın travma etkisi yaratması için o kişinin ruhsal ve bedensel olarak dayanma yetisini delip geçmesi gerekir. Böyle bakıldığında çocukların koruma kalkanlarının oldukça narin olduğunu düşünebiliriz. Tabii burada çocuğun yaşı çok önemli bir boyuttur, ancak bu görüşme çerçevesinde bu alana girme olanağımız yok. Çocuğun çevresinde güvendiği yetişkinler, dünya ve çocuk arasında bir uyarı kalkanı oluştururlar ve yaşananları onların baş edebileceği şekilde çocuklara sunarlar. Bu ölçekte bir olayı çocuğun anlamlandırması zordur. Yaşı gereği, muhtemelen ne benzer bir olay yaşamıştır ne de böyle bir olaya şahit olmuştur. O nedenle yaşadıklarına bir anlam vermesi neredeyse olanaksızdır. Yapacağı ilk şey, çevresindeki yetişkinlerin verdikleri tepkileri izlemek olacaktır. Eğer yetişkinlerin oluşturduğu uyarı/güvenlik kalkanı ortadan kalktıysa o zaman çocuğun “anlamsız bir dehşet” duygusuyla kalakalması kaçınılmazdır. Ne kadar feci olursa olsun yaşananların çocuğa, onun anlayabileceği bir dille anlatılması ve çocuğun yaşananlara bir anlam verebilmesi, durumla baş edebilmesi açısından son derece önemlidir. O nedenle, yetişkinlerin önce kendi duygularını regüle etmeleri/dengelemeleri, daha sonra da çocuklarına yönelmeleri önemlidir. Bu bilgiler ışığında çocukların ruh durumlarını çok genel terimlerle özetleyecek olursak; dünyaya, yakın çevrelerine ve kendilerine olan güven duygusunun zedelenmesi, kaygı ve korku, öfke, yalnızlık ve çaresizlik diyebiliriz. Ancak unutmamak gerekir ki, çocuklar için neşe hayatın bir parçasıdır. O nedenle de bu olumsuzluktan onları çıkarabilecek, dozunda söylem ve etkinlikler onlara iyi gelebilir.
"Bu kadar acı bir durumun çocuğa nasıl iletileceği ve bu zorlu açıklamayı kimin yapacağı son derece önemlidir. Bir doğal afet sonucunda yaşanan anne-baba kaybı, çocuğun hayatında az ya da çok, mutlaka bir iz bırakır. Çevredeki yetişkinler kendi kaygılarıyla da baş etmek adına durumu hafifleştirmeye çalışabilirler ki, bu da en yapılmaması gereken şeylerden biridir. Çocuğun mümkünse tanıdığı ve güvendiği bir yetişkin, çocuğun yaşı ne olursa olsun, onunla mutlaka konuşmalıdır. "
Ebeveynlerini ya da yakınlarını kaybeden çocuklara nasıl yaklaşmak gerekiyor?
Bir çocuğun en korktuğu şeylerin başında anne ve babasına bir şey olması gelir. Bu kadar acı bir durumun çocuğa nasıl iletileceği ve bu zorlu açıklamayı kimin yapacağı son derece önemlidir. Bir doğal afet sonucunda yaşanan anne-baba kaybı, çocuğun hayatında az ya da çok, mutlaka bir iz bırakır. Çevredeki yetişkinler kendi kaygılarıyla da baş etmek adına durumu hafifleştirmeye çalışabilirler ki, bu da en yapılmaması gereken şeylerden biridir. Çocuğun mümkünse tanıdığı ve güvendiği bir yetişkin, çocuğun yaşı ne olursa olsun, onunla mutlaka konuşmalıdır. Çocukla yapılacak hiçbir konuşma ilk ve son konuşma olmayacaktır, bu konu çocuğun hayatının ortasında her zaman yer alacak ve değişik gelişim dönemlerinde yeniden gündeme gelecektir. Okul öncesi dönemde, çocuklar son derece somut bir düşünce yapısına sahiptirler ve “geri dönülmezlik” kavramını anlamayabilirler. Çocukla yapılacak konuşma, ana hatlarıyla şu şekilde olabilir: “Şimdi sana çok üzücü bir haber vereceğim. Bu haberden dolayı ve bunu sana söylemek zorunda olduğum için ben de çok üzgünüm. Annen/baban, artık hayatta değiller, ne yazık ki tüm çabalara rağmen kurtarılamadılar. Öldüler. Bunun senin için çok korkutucu olabileceğini, çok kızabileceğini anlıyorum…” Bu konuşma sırasında ve sonrasında duygulara izin verilmelidir. Daha sonrasında da çocuğa, hayatının o anın koşulları itibarıyla nasıl devam edeceği de bilindiği kadarıyla anlatılmalıdır.
Depremde çocuklardan bazıları, ne yazık ki uzuvlarını da kaybetti. Travma üstüne travma yaşayan bu çocuklar için sizin gibi uzman kişilerin izlemeleri gereken yol nedir?
Bu afetin en acı yönlerinden biri de uzuvlarını kaybeden çocuk, genç ve yetişkinler oldu. Beden bütünlüğüne zarar gelmesi de en büyük travma nedenlerinden biridir. Tüm yaşananlarda olduğu gibi burada da öncelikle hafife alıyormuş izlenimi veren cümleler kurmamak önemlidir: “Ama bak hayattasın! Senden daha beter durumda olanlar var! O kişi buna rağmen neler neler başarmış!” gibi ifadeler çocuğu daha da büyük bir yalnızlığa ve isyana iter. Eğer bir ampütasyon söz konusuysa, bu kararı, bu konuda yetkinliği olan hekimin açıklaması uygun olur. Bu karar açıklanırken çocuğun anne ve babasının ya da çocuğun güvendiği bir yetişkinin orada olması gerekir. Çocuğa bu açıklamanın yapılması için mutlaka yeterince süre ayrılmalı, konu geçiştirilmemelidir. Sakin bir ses tonu ve göz temasıyla konu, “Kesmek”, vb. kelimeler kullanılmadan aktarılmalı ve bu kararın son çare olduğu vurgulanmalıdır. Çocuk, depremden uzuv kaybıyla çıktıysa da durum açıklanmalıdır. Çocuklar için yetişkinlerin konu hakkında düşünmeleri ve çareler araştırmaları önemlidir. Bu nedenle, bu konuda elden gelenin yapılacağını duymaya da ihtiyaçları vardır.
Çocukların ve gençlerin yeni yaşam biçimlerine daha çabuk adapte olduğuna dair bir kanı var. Bu kanı deprem yaşamış çocuklar için de geçerli mi?
Çocukların yeni durumlara uyum sağlama yetileri oldukça yüksektir. Bu noktada, en gözden kaçan grubun gençler olduğunu belirtmek gerekir. Çocuklar, çevrelerinde güvenilir, onları koruyup kollayan, onlarla olumlu iletişimlerini kesmeyen, onları düşündüklerini hissettiren yetişkinler olduğu ve hayatları yeniden belli bir ritim kazandığı sürece kendilerini daha rahat hissetmeye başlayabilirler. Hayata dair güvenleri, yeni bir olumsuzluk yaşanmadığı sürece, yavaş yavaş tamir olur. Başlarda da belirttiğim gibi, çocuklar hayatı, yetişkinlerin hayatı nasıl yansıttığı üzerinden yaşar. Hayata dair umudu görmek, örneğin çadırın içine belli bir düzenin getirilmesi, hatta bir çiçeğin sulanması bile çocukların ruh hâlini bir anda değiştirebilir. Çocuklar, meraklıdır, yenilik severler ve gülmek için fırsat kollarlar. Tabii bu onların olumsuz duygularını göz ardı etmek anlamına gelmez.
Oyun ve eğitim alanlarının hızlıca kurulması, çocukların psikolojileri üzerinde nasıl bir rol üstleniyor?
Çocuklar, travmatik olaylardan sonra hayatlarında nelerin aynı kalacağını mutlaka bilmek isterler. “Evim ne olacak? Ailem ne olacak? Okulum, arkadaşlarım ne olacak?” gibi. Yetişkinlere düşen bu sorulara doğru yanıtlar verip daha sonrasında da çocuğun hayatının vazgeçilmez ögelerini onarmaya ya da yenisini oluşturmaya çalışmaktır. Bu noktada “Çocuk Dostu Alanlar” dediğimiz, çocukların sosyal, duygusal, zihinsel ve bedensel gelişimlerine katkıda bulunacak alanlar da çok önemli bir yer tutar. O nedenle çadır kentlerde ve konteyner-kentlerde hızlıca bu alanların kurulması ve çocukların kullanımına sunulması, travma sonrası stres bozukluğu belirtilerinin ortaya çıkma olasılığını düşürür ve sorunların sonradan tamiri yerine baştan önleyici bir işlev görür.
Depremin ilk günlerinde, basın yayın organlarının sık sık enkaz altından çıkarılan çocuklara mikrofon uzattığını gördük. Bu yaklaşımı nasıl değerlendirirsiniz?
2023 Maraş depremi o kadar büyük bir depremdi ki belki sadece o bölgede yaşayanları değil 81 ilde yaşayan herkesi derinden etkiledi. Fiziksel olarak orada olamayanlar da olayın bir parçası olmak istediler. Ancak, o bölgeye gidenlerin olayın boyutları karşısında gerçekten dehşete düştüler. Bu dehşetin sadece yetişkinler üzerinden aktarılmasının yaşananların boyutları hakkında tam bir fikir veremeyeceği, insanların duygularını yeterince harekete geçiremeyeceği düşünülmüş olabilir. Öte yandan, 18 yaşına kadar herkesin çocuk sayıldığını da biliyoruz. Kendi can güvenliğinden emin olmayan, o andan sonrasının nasıl geçeceği hakkında hiçbir fikri olmayan, ruhsal yıkım yaşamış çocuklara mikrofon uzatmak onların öncelikle fiziksel ve ruhsal olarak gözetilmeleri, kollanmaları anlayışına son derece aykırı bir durum. Bir kere kaydolan ve sosyal medyada yer alan bir görüntünün bir daha asla yok olmadığını da biliyoruz. Dolayısıyla çocukların sınırlarına bu kadar girmeye kimin hakkı var, üzerinde durulması gereken bir konu.